14 Mayıs 2024, 14:25:17 *
Merhaba, Ziyaretçi. Lütfen giriş yapın veya üye olun.

Kullanıcı adınızı, parolanızı ve aktif kalma süresini giriniz
Duyurular:
 
   Ana Sayfa   Yardım Oyunlar Ara Takvim Bağlantılar Giriş Yap Kayıt  
Anket
Soru: Bu bölümü takib ediyormusunuz?
evet ediyorum
hayır etmiyorum
ilgimi çekmiyor

Sayfa: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 »
  Yazdır  
Gönderen Konu: CUMA Hutbeleri  (Okunma Sayısı 127816 defa)
Ahmet Uçar
Aliçerçili
*
Offline Offline

Sülale: Hatiblar ..hatibel.davulcu Ahmet,in Son Oğlu.
Mesaj Sayısı: 832


« : 31 Aralık 2010, 20:02:14 »

                Bu bölümde bundansonra her cumagünü cuma hutbesinden örnekleri sizlerle paylaşmaya calışacam özelliklede hanım    kardeşlerimiz cuma namazına gidemedikleri için yararlansınlar istiyorum inşa ALLAH.


KONU:AHİRET HAYATINA HAZIRLIK

İsra, 17/13-14






Aziz Müslümanlar!

Hayatta hep yüz yüze olduğumuz halde, bir türlü idrakine varamadığımız bir gerçek vardır. Ölüm ve ötesi…


Şöyle geriye doğru dönüp baktığımızda görüyoruz ki, zengin-fakir, genç-yaşlı, iyi-kötü, zalim-mazlum nice insanlar bu dünyadan gelip geçtiler. Birçoğunun yerinden yurdundan eser bile kalmadı. Her geçen gün bir sevdiğimiz bizi bırakıp gidiyor. Biz de bir gün sevdiklerimizi bırakıp gitmek için, her an gelmesi muhtemel ecelimizi bekliyoruz. Şurası bir gerçektir ki, bugüne kadar ölümden yakasını kurtaran hiçbir insan yoktur. Her geçen gün yıpranan bedene, ağaran saça dur demek mümkün değildir. İstesek te istemesek te doğumla geldiğimiz dünyadan ölümle çıkıp gideceğiz. Öyle ise şu soruyu kendimize sormalıyız. “Bu dünyada niçin varız”? bu sorunun cevabını yüce Allah Kur’an-ı Kerimde şöyle bildiriyor: “O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.”[1]


Muhterem Müslümanlar!

İmanın altı esasından biri de ahirete inanmaktır. Ahiret yurdu, bu dünyada yaptıklarımızın karşılığını bulacağımız, halimize göre mükâfat ya da azap göreceğimiz yerdir. Öyle ki; artık dünyaya geri dönüş yok, herkes bu dünyadaki amelinin karşılığını eksiksiz görecektir. Kimseye haksızlık da yapılmayacaktır. Yüce Allah bu hakikati şöyle dile getirmiştir: “Her kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca kötülük işlerse onun cezasını görecektir.”[2]


Hesap gününde hiçbir şeye itiraz etme hakkımız olmayacaktır. Zira karşımıza çıkan kendi işlediklerimizden başkası değildir. Yüce Rabbimiz bu konuda şöyle buyuruyor: “Her insanın amelini boynuna yükledik. Kıyamet günü kendisine açılmış olarak karşılaşacağı bir kitap çıkaracağız. Oku kitabını, bu gün hesap sorucu olarak sana nefsin yeter”[3 ]denilecektir. O günün manzarasını yine Cenab-ı Hakkın kelamından dinleyelim: “Kişinin kardeşinden, anasından, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçacağı gün kulakları sağır edercesine şiddetli ses geldiği vakit, işte o gün herkesin kendini meşgul edecek bir işi vardır. O gün bir takım yüzler vardır ki pırıl pırıl parlarlar, gülerler sevinirler. O gün nice yüzler de vardır ki toz toprak içindedirler. Onları bir siyahlık bürür. İşte onlar kâfirlerdir, günaha dalanlardır.”[4]


Muhterem Kardeşlerim!

Dünya pazarında hiçbir şey karşılıksız verilmezken, ebedi âlemde vaat edilen nimetler çalışmadan, hazırlanmadan kazanılır mı? Mademki ölüm var, ahiret var, hesap var, mizan var, sırat var, cennet var, cehennem var öyle ise hazır olalım. Hesaba çekilmeden önce kendimizi hesaba çekelim.

Kendimizi hesaba çekmemizi hatırlatan bir hadisi şerifle hutbemi bitiriyorum. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)şöyle buyuruyor: “Âhirette insan şu beş şeyden sorguya çekilmedikçe Allah’ın huzurundan ayrılamaz; ömrünü nerede tükettiğinden, gençliğini ne şekilde yıprattığından, malını (servetini) nereden kazanıp nerelere harcadığından ve bildikleriyle amel edip etmediğinden”[5]

« Son Düzenleme: 17 Şubat 2017, 10:27:54 Gönderen: Ramazan Oğuz » Logged

BİRGÜN GELECEK BİZDE BU DÜNYADAN GÖÇ EYLEYECEGİZ ELBET SANA GERİ DÖNECEGİZ YARAB...
Ahmet Uçar
Aliçerçili
*
Offline Offline

Sülale: Hatiblar ..hatibel.davulcu Ahmet,in Son Oğlu.
Mesaj Sayısı: 832


« Yanıtla #1 : 07 Ocak 2011, 09:38:48 »

                       HAFTANIN SOHBETİ! YALAN VE ZARARLARI

Yalan, kişinin gerçeği gizleyip, bildiğinin aksini söylemesidir.

Yalan, hakkında bilgi sahibi olmadığı bir konuda kesin biliyormuş gibi konuşmaktır.  

Yalan, kişinin her duyduğunu söylemesidir.

Yalan, çirkin bir davranış ve büyük bir günahtır.

Yalancının kendisine ve kendisini dinleyenlere saygısı yoktur.

Yalancılık, bir kişilik bozukluğudur. Aşağılık kompleksinin bir ürünüdür.

İmandan sonra en büyük erdem, doğruluktur, bunun aksi yalancılık ise en aşağılık huylardan biridir.

Yalan söyleyenden her türlü kötülük beklenir ve kendisine asla güvenilmez. Mahkemede şahitliği kabul edilmez.

Müslüman, elinden ve dilinden her kesin emin olduğu kimsedir ve mü’min asla yalan konuşmaz, belki yanılarak konuşabilir.

            Konu İle İlgili Ayetler:

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَقُولُوا قَوْلًا سَدِيدً

يُصْلِحْ لَكُمْ أَعْمَالَكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَمَنْ يُطِعْ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ فَازَ فَوْزًا عَظِيمًا

“Ey iman edenler! Allah’tan sakının ve doğru söz söyleyin. Böyle davranırsanız, Allah işlerinizi düzeltir ve günahlarınızı bağışlar. Kim Allah ve Resulüne itaat ederse, büyük bir kurtuluşa ermiş olur.”[1]  

وَالَّذِينَ لَا يَشْهَدُونَ الزُّورَ وَإِذَا مَرُّوا بِاللَّغْوِ مَرُّوا كِرَامًا

“Onlar, yalana şahitlik etmeyen, faydasız boş bir şeyle karşılaştıkları zaman, vakar ve hoşgörü ile geçip gidenlerdir.” [2]  

Konu ile İlgili Hadis-i Şerifler:

عن صفوان بن سلَيْمٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال:  قُلْنَا يَا رَسُولَ اللّهِ: أيَكُونُ الْمُؤْمِنُ جَباناً. قَالَ: نَعَمْ. قُلْنَا: أفَيَكُونُ بَخِيً؟ قَالَ: نَعَمْ. قُلْنَا: أفَيَكُونُ كَذّاباً؟ قَال: َ

Safvan İbnu Süleym (r.a.) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resulü! dedik, mü'min korkak olur mu?"

"Evet!" buyurdular. "Pekiyi cimri olur mu?" dedik, yine:

"Evet!" buyurdular. Biz yine:

     "Pekiyi yalancı olur mu?" diye sorduk. Bu sefer: "Hayır! buyurdular."[3]  

 

قَالَ رَسُولُ اللّهِ    : وَيْلٌ لِلّذِي يُحَدِّثُ بِالْحَدِىثِ لِيَضْحَكَ مِنْهُ الْقَوْمُ، فَيَكْذِبُ. وَيْلٌ لَهُ، وَيْلٌ لَهُ.

"Yazıklar olsun o kimseye ki, insanları güldürmek için konuşur ve yalan söylerler! Yazık ona, yazık ona!" [4]    

 

عن اِبْنِ مسعد رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِنَّ الصِّدْقَ يَهْدِي إِلَى الْبِرِّ، وَإِنَّ الْبِرَّ يَهْدِي إِلَى الْجَنَّةِ، وَإِنَّ الرَّجُلُ لَيَصْدُقُ، وَيَتَحَرَّى الصِّدْقَ حَتَّى  يِكْتَبَ عِنْدَ اللّهِ صِدِّيقَا، وَإِنَّ الْكَذِبَ يَهْدِي إِلَى الْفُجُورِ، وَإِنَّ الْفُجُورِ يَهْدِي إِلَى النَّارِ، وَإِنَّ الرَّجُلُ لَيَكْذِبَ وَيَتَحَرَّى الْكَذِبَ حَتَّى يُكْتَبَ عِنْدَ اللّهِ كَذَّابَا.

İbnu Mes'ud (r.a.) anlatıyor: "Rasulullah (s.a.v.) buyurdular ki:

"Sıdk insanı birr'e (Allah'ı razı, edecek iyiliğe) götürür, birr de cennete götürür. Kişi, doğru söyler ve doğruyu arar da sonunda Allah'ın indinde sıddîk (doğru sözlü) diye kaydedilir. Yalan da kişiyi haddi aşmaya götürür. Haddi aşmak da ateşe götürür. Kişi yalan söyler ve yalanı araştırır da sonunda Allah'ın indinde yalancı diye kaydedilir."[5]    

عن ابن عمرو بن العاص رَضِيَ اللّهُ عَنهما قال: قَالَ رَسُولُ اللّهِ   : أرْبَعٌ  مَنْ كُنَّ فيهِ كَانَ مُنَافِقاً خَالِصاً. وَمَنْ كَانَتْ فِيهِ خَصْلَةٌ مِنْهُنَّ كَانَتْ فِيهِ خَصْلَةٌ مِنَ النِّفَاقِ حَتّى يَدَعَهَا: إذَا أُؤْتِمِنَ خَانَ، وَإذَا حَدّثَ كَذَبَ، وإذَا عَاهَدَ غَدَرَ، وَإذَا خَاصَمَ فَجَرَ. أخرجه الخمسة.»الُجُورُ« الكذب والفسق، والمراد به هنا الفحش .

İbnu Amr İbni'l-As (r.a.) anlatıyor:

"Resulullah (s.a.v.) buyurdular ki:"Dört haslet vardır; kimde bu hasletler bulunursa o kimse halis münafıktır. Kimde de bunlardan biri bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendinde nifaktan bir haslet var demektir: Emanet edilince hıyanet eder, konuşunca yalan söyler, söz verince sözünde durmaz, husumet edince haddi aşar." [6]  

عن أبي هريرة، عن النبي صلى الله عليه وسلم قال:آية المنافق ثلاث: إذا حدث كذب، وإذا وعد أخلف، وإذا اؤتمن خان.

Ebu Hüreyre r.a. den rivayete göre Peygamberimiz s.a.v. şöyle buyurmuştur:

“Münafığın belirtisi üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler, söz verdiği zaman sözünde durmaz, kendisine bir şey emanet edildiği zaman hıyanet eder” [7]    

Abdullah b. Amr (r.a.) diyor ki; Peygamberimizin evimizde bulunduğu bir günde, annem, “yavrum gel, sana bir şey vereceğim” diye beni çağırdı. Peygamberimiz anneme: “Çocuğa ne vermek istedin” diye sordu. Annem: Hurma vermek istedim, dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz: “Eğer bir şey vermeseydin sana bir yalan günah yazılırdı” buyurdu.[8]

            Çocuklar yalanı, kendilerine verilen sözün tutulmamasından öğrenirler.    

            Yalan söylemenin caiz olduğu yerler de vardır:

Ümmü Külsüm Bintu Ukbe (r.a.) anlatıyor: "Resulullah (s.a.v.)'ı işittim, diyordu ki:

"İki kişinin arasını düzelten, hayır  söyleyip, hayır tebliğ eden kimse yalancı değildir."[9]  

Yalanın Zararları

Yalan öncelikle söyleyenin şahsiyetini tahrip eder, yalan, sahibini mahcup ve rezil eder.
İnsanlar arasında güveni sarsar.
İnsanlar arasında anlaşmazlıklara, kavga ve huzursuzluklara yol açar.
Eğer yalan söz başkaları hakkında ise onların da günahını almış olur.
Yalancı bir yalanını gizleyebilmek için en az beş altı yalan daha söyler.
Yalanı uzun süre gizlemek de mümkün olmaz. “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar.” denilmiştir.  Bu atasözü iki şekilde yorumlanır. Söylenenin yalan olduğu uzun süre gizli kalmaz. Eskiden binamazlar, akşamdan yatar, fakat komşular yatsıyı kılmadan yattı demesinler diye mumunu söndürmezmiş. Söndürülmeden bırakılan mum, bir iki saat yandıktan sonra tükenerek kendiliğinden tükenen türden olurmuş. Bu hile fark edilince, böyle bir söz atasözü haline gelmiş.
Yalancı çoban hikayesini bir çoğunuz bilirsiniz.  

Peygamberimiz, şaka da olsa yalan söylemeyin buyurmuştur.

Su-i zan da yalandır. Kişinin her duyduğunu söylemesi de yalandır.

Allah, sehven de olsa yalan söylemekten ve yalancının şerrinden muhafaza buyursun.

(Bu vaaz metninin hazırlanmasında, Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı Bahattin AKBAŞ’ın vaaz projesinden yararlanılmıştır.)

(Mukadder Arif YÜKSEL, Bayat Müftüsü,

(Merkez Çarşı Camii, 07/ 01/ 2011 Cuma )



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Ahzab , 33/70-71

[2] Furkan, 25/72

[3] Muvatta, Kelam 19, (2, 990)

[4] Ebu Davud, Edeb,40/ 88, (V, 265)

[5] Buharî, Edeb,78/ 69, (VII, 95); Müslim, Birr,45/ 102, 103, (III, 2012); Muvatta, Kelam: 16, (2, 989); Ebu Dâvud, Edeb,40/ 88, (V,264)

[6] Buharî, İman,2/ 24, (I,14)

[7] Buhari, İman, 2/24, (I,14)

[8] Ebu Davud, Edeb, 45/80, (V,265)

[9] Müslim, Birr,45/ 101, (III, 2011)  CUMANIZ MUBAREK OLSUN.
« Son Düzenleme: 07 Ocak 2011, 09:40:39 Gönderen: Ahmet Uçar » Logged

BİRGÜN GELECEK BİZDE BU DÜNYADAN GÖÇ EYLEYECEGİZ ELBET SANA GERİ DÖNECEGİZ YARAB...
Ahmet Uçar
Aliçerçili
*
Offline Offline

Sülale: Hatiblar ..hatibel.davulcu Ahmet,in Son Oğlu.
Mesaj Sayısı: 832


« Yanıtla #2 : 14 Ocak 2011, 10:29:46 »

TARİH :14/01/2011

AKRABAYI GÖZETMEK

Muhterem Kardeşlerim!
İnsanoğlu, başta anne-baba olmak üzere gerek soy ve gerekse evlilik vesilesiyle başka insanlarla akraba olmaktadır Yaratılışımızın bu yönüne dikkat çeken ve akrabalık bağının korunmasını isteyen Yüce Rabbimiz; “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan; ikisinden birçok erkek ve kadın meydana getirip yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’a karşı gelmekten ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakının”1buyurmaktadır
Aziz Kardeşlerim!
Akrabalık bağlarının korunması, akrabaları gözetip onlarla iyi ilişkiler içinde olmaya bağlıdır Akrabaya iyilik, hem dinî hem de sosyal sorumluluğumuzun bir gereğidir Bir ayet-i kerimede: “Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarını ver, fakat saçıp savurma Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir Şeytan ise Rabbine karşı çok nankörlük etmiştir”2 buyrulmaktadır Öyleyse, Cenab-ı Allah’ın bize bahşettiği maddi imkânları, belli ölçüler içerisinde çevremizdekilerle paylaşabilirsek, büyük bir erdemi yakalamış oluruz
Yaptığımız her iyilik, Rabbimiz katında bir sadaka kabul edilmektedir Akrabaya yapılan iyiliğin hem sadaka sevabı, hem de sıla-i rahim yapma sevabı olmak üzere iki katıyla mükâfatlandırılacağını, sevgili Peygamberimiz bizlere müjdelemiştir3

Değerli Mü’minler!
Akrabalarla geliştirilen iyi ilişkilerin asıl yararı, kişinin kendinedir Akrabalık bağlarının güçlü olması, kişiye sosyal hayatta büyük bir güven sağlar Kişiyi yalnızlıktan kurtarır
Günümüzde, sevinçlerin ve üzüntülerin, tek başına yaşanma eğilimi öne çıksa da, gerçekte bunun bir değer aşınmasından ibaret olduğu açıktır İnsan, yalnızlaşarak huzur bulamaz Aksine birlik ve dayanışmadan her gün yenilenen ve tazelenen heyecanlar doğar Paylaştıkça sevinçler artar; üzüntü ve kederler hafifler Toplum huzuru için gerekli olan güven duygusu da, çevremizdeki insanlarla ve yakınlarımızla dostane ilişkiler geliştirdiğimizde zemin bulur Yakınlarımızla aramızdaki sevgi ve dayanışma bağları çözülmeye başlarsa, bu çözülme önce aileden akrabaya, ardından komşulara ve nihayet bütün bir topluma yayılır Neticede gerek ferdî, gerekse toplumsal hayatımız tehlikeye düşer
Kaynak Forum: İslami Forum http://www.cennetyolculari.net//showthread.php?t=29245
Kardeşlerim!
Unutulmamalıdır ki, akrabalık bağının tabiî oluşuna bakarak, onu sırf soy zemininde değerlendirmek ve onu her türlü değerin üstünde tutmak, dinimizin mesajlarıyla bağdaşmaz
İslam’a göre akrabalık ilişkileri soy bağının ötesinde; yardımlaşma, paylaşma, zor gününde akrabanın yanında olma gibi, üstün ahlakî ilkeler zeminine oturtulmuştur
Akrabalık bağının koparılmadan sürdürülmesini isteyen sevgili Peygamberimiz(sas)’in bir hadisi şerifiyle hutbemizi bitirelim:
“Akrabadan gelene misliyle karşılık veren kimse, sıla-ı rahim yapan kimse değildir Asıl sıla-i rahim yapan kişi, kendisiyle ilgi kesildiğinde bile akrabalık bağını sürdürendir”4

----------------------------

1 Nisâ Süresi, 4/1
2 İsrâ Süresi, 17/26-27
3 Tirmizi, “Zekât”, 26
4 Buhârî, “Edep”, 15


Hazırlayan: Bilal ESEN
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı
Redaksiyon: DİB Hutbe Komisyonu

Logged

BİRGÜN GELECEK BİZDE BU DÜNYADAN GÖÇ EYLEYECEGİZ ELBET SANA GERİ DÖNECEGİZ YARAB...
Ali İhsan Çiçek
Aliçerçili
*
Offline Offline

Mesaj Sayısı: 404


« Yanıtla #3 : 14 Ocak 2011, 11:32:21 »

PAYLAŞIM İÇİN  TEŞEKKÜRLER
Logged
Ahmet Uçar
Aliçerçili
*
Offline Offline

Sülale: Hatiblar ..hatibel.davulcu Ahmet,in Son Oğlu.
Mesaj Sayısı: 832


« Yanıtla #4 : 21 Ocak 2011, 10:41:39 »

                                          Doğruluk İslam’ın emridir


“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” (Hud Suresi, [11:112])
 
Muhterem müminler!

Doğruluk, dinimizin temelini oluşturan önemli ahlak değerlerinden birisidir. Çünkü dinimiz İslam, sahih iman, doğruluk, adalet ve merhamet temelleri ve ölçüleri üzerine bina edilmiştir. Bunların hepsi İslami değerler manzumesidir ki, fertlerin, ailelerin ve toplumların geleceğe yönelik atacakları adımlarda onların emniyet içerisinde hareket etmelerini sağlarlar. Toplumun bir bireyi olan insanın, diğer hemcinsleri ile bu ahlaki değerlere özen göstererek içinde bulunduğu topluma katkıda bulunması gerekmektedir. Doğruluk, insanlar arası ilişkilerde emniyet ve huzuru sağlamada da en temel değerlerdendir. Bundan dolayıdır ki, yüce dinimiz İslam, doğruluğu, güzel ahlakla yetişme istikametinde, insanı olgunlaştıran bir değer olarak  kabul etmiş ve “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” (Hud Suresi, [11:112]) ayetiyle Peygamber (sav)’ın şahsında bütün Müslümanlara hitap ederek, inanç, söz ve davranışlarda doğruluktan ayrılmamayı emretmiştir.

 

Değerli kardeşlerim!

Ayette de görüldüğü gibi insanı dünya ve ahirette kurtuluşa ve ebedi mutluluğa kavuşturacak ahlaki bir değer olan doğruluk, bir peygamber sıfatı ve özelliğidir. Zira bütün peygamberler dosdoğru olarak sürdürmüş oldukları hayatlarıyla, insanlığı doğruluğa davet etmede önder ve örnek olmuşlardır. Bir Müslüman’a yakışan da peygamberini kendisine örnek alarak her zaman ve her yerde doğruluktan ayrılmamasıdır. Sevgili Peygamberimiz (sav), kendisinden öğüt isteyen, bir ashabına “Allah’a inandım de ve sonra dosdoğru ol” (Müslim, İman, 62)buyurmuş ve dinimizde iman ve doğruluğun ne büyük bir öneme haiz olduğunu açıkça ifade buyurmuştur. Konu ile alakalı bir başka hadis-i şerifte de şöyle buyurularak dikkatlerimiz çekilmiştir: “Doğruluktan ayrılmayın. Çünkü doğruluk insanı iyiliğe, iyilik de cennete götürür. Yalandan, eğrilikten sakının. Çünkü yalan insanı günaha, günah da cehenneme sürükler.” (Buhari, Edeb, 69)

 

Aziz kardeşlerim!

Müslüman, özünde, sözünde ve davranışlarında hem içinde yaşamış olduğu topluma hem de kendisine karşı doğru olursa, dini ve insani görevini  ifa etmiş olur. Sözünde, işinde ve toplumla olan ilişkilerinde doğru ve dürüst olan insanların meydana getirdiği bir toplumda insanlar arası güven ortamı oluşur. Güven ortamının bulunduğu toplumda ise dostluk, kardeşlik, sevgi ve saygı gibi çok güzel erdemler ve hasletler ortaya çıkar. Böyle bir toplumda yaşayan insanlar huzurlu ve mutlu olurlar. Avrupa’da herbiri birer İslam temsilcisi olan Müslümanlar olarak bizler de özümüzle, sözümüzle, davranışlarımızla doğruluktan asla ayrılmayalım ve diğer insanlarla olan ilişkilerimizde dürüst olalım. “Bizi aldatan bizden değildir” düsturuyla hereket edelim. Hiç bir zaman unutmayalım ki, Allah’ın rahmeti ve bereketi, meleklerin istiğfarı, peygamberlerin şefaati ve insanlığın hayırla yadı ancak doğrular üzerine olacaktır. Hutbemizi sözlerin en doğrusu olan Kur’an-ı Kerim’den konu ile alakalı iki ayet-i kerime mealiyle bitirmek istiyoruz: “Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve doğrularla beraber olun.”(Tevbe Suresi, [9:119]) “Rabbimiz Allah’tır” deyip, sonra da doğrulukta devam edenlere gelince, onların üzerine melekler iner ve derler ki “korkmayın, üzülmeyin, size va’dedilen cennetle sevinin.” (Fussilet Suresi, [41:30])


 

IGMG İrşad Başkanlığı

Logged

BİRGÜN GELECEK BİZDE BU DÜNYADAN GÖÇ EYLEYECEGİZ ELBET SANA GERİ DÖNECEGİZ YARAB...
Ahmet Uçar
Aliçerçili
*
Offline Offline

Sülale: Hatiblar ..hatibel.davulcu Ahmet,in Son Oğlu.
Mesaj Sayısı: 832


« Yanıtla #5 : 28 Ocak 2011, 09:42:27 »

İLİ : KONYA
AY/YIL :OCAK-2011
TARİH : 28012011


بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
(Hicr , 15/99) وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ


                                                  İBADETLERDE DEVAMLILIK


Muhterem Müslümanlar!
Mükemmel bir plana göre yaratılan kâinatta, hiçbir varlığın başıboş olmadığını, her bir varlığın yaratılışına uygun olarak görevini yerine getirdiğini görüyoruz Bütün varlıkların, hizmetine sunulduğu insanın, yaratılış gayesini ise Allah (cc): "Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım"[1]buyurarak bizlere bildiriyor Demek ki, dünyaya gelişimizin asıl gayesi Allah’ı tanımak ve ona ibadet etmektir

Değerli Mü’minler!
İbadet, Allah’a gönülden yönelme ve ona itaat etme demektir Allah’ın eşsiz büyüklüğü karşısında insanın kendi aczini ve ihtiyacını ona arz etmesi ve ondan yardım dilemesidir İnsanın kendisine lütfedilen sayısız nimetlere karşılık, Allah’a minnet duyması, ona bağlanması, onun emir ve yasaklarına riayet etmesi kulluğunun gereğidir Buluğ çağından itibaren başlayıp, hayat emanetinin teslim edilmesine kadar devam etmesi gereken bu görev, sadece belirli gün ve gecelere bağlı değil, bilakis bütün hayatı kapsamaktadır Hz Peygamberin, amellerin devamlılığı konusundaki uygulamaları ve sözleri de bu izahımızı teyit etmektedir Mü’minlerin annesi HzAişe (ranha)’nın rivayet ettiğine göre Resûl-i Ekrem (sav) şöyle buyurmuşlardır: “Allah indinde amellerin en makbulü, az da olsa devamlı olanıdır”[2]

Vücudumuz nasıl maddî gıdalara ihtiyaç duyuyorsa, ruhumuz da manevî gıdamız olan ibadetlere ihtiyaç duyar Nasıl ki haftada bir defa yiyip içmek suretiyle bedenin maddî ihtiyaçları karşılanmıyor ise, haftada bir gün Cuma namazı kılmak veya yılda sadece Ramazan ayında ibadet etmekle manevî ihtiyaçlar da karşılanmış olmaz

Aziz Mü’minler!
Kulluk, süreklilik ister Kullukta kesinti, tatil, izin, ara verme, istirahat gibi dünyevi işlerde görülen kavramlar yoktur Hutbemin başında okuduğum ayet-i kerimede Yüce Allah (cc) kullukta sürekliliğin esas olduğunu Resûlüllah (sav)’in zatında açıkça ifade etmektedir:"Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et"[3] Cenab-ı Hak bir başka ayette ise şöyle buyurmaktadır: "Ailene namaz kılmalarını emret, kendin de onda devamlı ol"[4] Görüldüğü gibi dinimizde ibadetlere devamlılık teşvik edilmiştir Devamlı surette yapılan ibadetlerin az da olsa, ara sıra yapılan ibadetten hayırlı olduğu anlaşılmaktadır

Muhterem Müslümanlar!
Yaratılışımızın gayesine uygun olarak hareket edelim, verilen nimetlere karşı en büyük şükür ifadesi olan ibadetlerimizi ihlâs ve samimiyetle devamlı olarak yerine getirelim Yaptığımız her işte Allah’ın rızasını gözetelim Bir mü’min olarak, bize emanet olarak verilen hayatın tükendiğini unutmayalım Aynı şekilde Allah’a kulluk ve ibadetin ebediyete uzanan çizgide sürekli devam etmesi gerektiğini de aklımızdan asla çıkarmayalım


[1] Zariyat, 51/56

[2] Buhari, İman, 32

[3] Hicr 15/99
4 Ta-ha 20/132
Logged

BİRGÜN GELECEK BİZDE BU DÜNYADAN GÖÇ EYLEYECEGİZ ELBET SANA GERİ DÖNECEGİZ YARAB...
Ahmet Uçar
Aliçerçili
*
Offline Offline

Sülale: Hatiblar ..hatibel.davulcu Ahmet,in Son Oğlu.
Mesaj Sayısı: 832


« Yanıtla #6 : 04 Şubat 2011, 11:09:00 »

                                                  ALLAH,sevgisi

Gördüğümüz ve göremediğimiz varlık alemi Yüce Rabbimizin eseridir. Çevremizdeki canlı ve cansız her şey O’nundur ve bize O’nu anlatır. Her şey ancak O’nunla anlam kazanır. Göklerin ve yerin yaratıcısı O’dur.[1]Yeryüzünde ve göklerde olan her şeyi hizmetimize sunan O’dur. Verdiği nimetleri saymaya kalksak bitiremeyiz.[2] Bütün bunların karşılığında bizden istenen ise yalnızca O’na kulluğumuzu ve şükranımızı arzetmektir. O’nu her şeyden çok sevip, O’na bağlanmak ve O’na itaat etmektir.

Değerli Müminler!

 Kulluğun başlangıcı marifettir. Allah’ı tanıyıp, O’nu sevmek ve yalnızca O’na kulluk etmektir,

Allah’ı sevmenin dışa yansıması, Peygamber’i vasıtasıyla bildirdiği hak din İslam’ı kabul etmektir. Allah’a ve Peygamber’ine itaat etmektir. Varlıkta da darlıkta da Allah’a isyan etmemek,  ihtiyaç ve isteklerini yalnız O’na arz etmektir. O’nun sevdiklerini sevmek, sevmediklerinden uzak durmaktır, sevdiğini Allah için sevmektir.

Bu hususta Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Üç  özellik vardır, ki bunlar kimde bulunursa o, imanın tadını alır:  Allah ve Resûlünü her şeyden fazla sevmek. Sevdiğini yalnızca Allah için sevmek. Allah kendisini küfür bataklığından kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi, ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek.”[3]

Cüneydi Bağdadi hazretleri bu sevgiden şöyle söz etmektedir: “Şu kalp Allah’a aittir. Ona sakın yabancıyı sokma! Sevgide ölçüyü iyi ayarlamak lâzımdır. Sevgi, teslimiyeti ve tam tevekkülü gerektirir. Gayrisinden hicret ve firkat gerektirir. Koşmak, koşmak, yine koşmak gerektirir. O’nun kapısı hiç kapanmaz. Kapıyı kapalı zannediyorsanız, O’nu tanımıyorsunuz demektir.”

Aziz Müminler!

Allah sevgisini geliştirecek davranışların başında farz ibadetler gelir. Bunları nâfileler takip eder. Bir hadis-i kudsîde şöyle buyurulmuştur: “Kulum, bana en iyi farz ibadetlerle yaklaşır. Nâfile ibadetlerle bu yakınlaşmasını sürdürür. Nihayet ben onu severim. Sevince de (adeta) onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden ne isterse mutlaka veririm, bana sığınırsa, onu kesinlikle korurum.”[4]

Kişiyi Allah’a yaklaştıran bir diğer yol, Peygamber’i sevip,  sünnetine tabi olmaktır. Yüce Rabbimiz şöyle buyurmuştur: “(Resûlüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”[5]

Hutbemizi bir ayet-i kerime mealiyle bitiriyorum: “De ki: «Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, kadınlarınız, aşiretiniz, ele geçirdiğiniz mallar, kesat olup gitmesinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler size Allah ve peygamberinden ve onun yolunda cihaddan daha sevimli ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah öyle fasıklar güruhunu doğru yola erdirmez.”[6]

Allah cümlemizi kendisini seven, kendi sevgisine lâyık olan kullarından eylesin.

Kamil ABDULLAHOĞLU

Bağcılar İlçe Vaizi


--------------------------------------------------------------------------------
[1] Mülk, 3

[2] İbrahim, 32-34.

[3] Buhârî, Îmân 9,

[4] Buhari, Rikak, 38

[5] Al-i İmran,31

[6] Tevbe, 24.
« Son Düzenleme: 04 Şubat 2011, 11:10:58 Gönderen: Ahmet Uçar » Logged

BİRGÜN GELECEK BİZDE BU DÜNYADAN GÖÇ EYLEYECEGİZ ELBET SANA GERİ DÖNECEGİZ YARAB...
Mustafa Yavuz
Aliçerçili
*
Offline Offline

Sülale: Ecir
Mesaj Sayısı: 11


« Yanıtla #7 : 11 Şubat 2011, 19:55:59 »

Cuma Hutbesi 11.02.2011 - Mevlid Kandili 
Donnerstag, 10. Februar 2011 um 21:12 Uhr 
Bismillahirrahmanirrahim [Rahman ve rahim Allah’ın adıyla] “(Habibim) de ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” [Al-i İmran suresi, ayet 31]

 

Muhterem Müslümanlar !

İnsanlık, peygamberlerin getirdiği öğretilerden sapılması sonucu, itikadi ve ahlaki bir çöküş içerisine girmiş, kendi elleriyle yaptıkları putlara tapmaya başlamış, zina ve kumar yaygınlaşmış, güçsüzlerin ve yetimlerin ezilmesi adeta normal bir davranış haline gelmişti. Kendi çocuğunu, sırf kız olduğu için diri diri toprağa gömecek derecede vahşileşmişti.

İşte tam bu noktada, insanlık, küfrün bu karanlık çağında, kötülükleri iyiliğe, fesadı sulha çevirecek, ruhlardaki bu fesat tohumlarını söküp atarak yerine, Allah’a imanı, iyilik ve güzelliği yerleştirecek bir kurtarıcı bekliyordu. Sonunda beklenen, peygamberler silsilesinin son halkası olan alemlere rahmet Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) miladi 571 senesinin Rebiulevvel ayının 12. Pazartesi gecesi sabaha karşı dünyamızı şereflendirmiştir.

 

Muhterem Mü’minler !

Bu teşrifle birlikte kainattaki bütün varlıklar sevince boğuldu. Allah'ın rahmet ve bereketi dolup taştı. Duygular ve düşünceler derinleşti. Sözler ve sohbetler güzelleşti. Nura hasret çeken gönüller huzura kavuştu. Her şey ayrı bir mana, ayrı bir güzellik kazandı. Tarihin akışı değişti. Çünkü onun nuru kainatı aydınlatmaya başladı.

 

Kıymetli Kardeşlerim!

Mevlit Kandilinde düzenlenen tüm bu programların, manevi hayatımızın gıdası, bizleri Allah’a ve Peygambere yaklaştıran, birer vesile olduğunu unutmayalım. Dinlenen konferanslar, okunan kasideler, söylenen ilahiler, ikram edilen pilav ve tatlılar, kandil simitleri gibi geleneğimizden getirdiğimiz bu güzel uygulamalar bizleri asıl gayemize yöneltmelidir.

O’nun doğumunu anmaktan asıl gayemiz ise; evrensel olan mesajlarını, Kur’an’a dayanan yüce ahlakını, insanlık ve merhametini, insaf ve adaletini, sabır ve sebatını, kerem ve cömertliğini, fazilet ve cesaretini, kısaca insanlığa sunduğu değerleri ve hayat tarzını anlamak ve biz bunların neresindeyiz diye düşünerek kendimizi manevi yönden yenileme fırsatını yakalayabilmektir.

Nitekim “(Habibim) de ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın” [1] ayeti, Allah’ı sevmenin peygambere tabi olmaktan geçtiğini ifade etmektedir.

Bu vesileyle Mevlid Kandilinizi en samimi duygularla kutluyor, Rabbimizin bizleri Peygamberimizin şefaatine nail etmesini niyaz ediyorum.

 

[1] Al-i İmran, 3/31.

 

Kaynak: DITIB Türkisch-Islamische Union der Anstalt für Religion e.V. Mustafa Şanver, Ditib-Berlin Yunus Emre Camii Din Görevlisi

 
Logged

SLM BEN MUSTAFA BOZKIRDAN İSTEGİ OLAN BENİ GÖRSÜN
Ahmet Uçar
Aliçerçili
*
Offline Offline

Sülale: Hatiblar ..hatibel.davulcu Ahmet,in Son Oğlu.
Mesaj Sayısı: 832


« Yanıtla #8 : 18 Şubat 2011, 10:33:14 »

                                                                       İHLAS
 
بِسْمِ اللهِ الْرَحْمَنِ الْرَحِيمِ
 فَوَيلٌ لِلْمُصَلِّينَ  اَلَّذِينَ عَنْ صَلاَتِهِمْ سَاهُونَ  اَلًَّذِينَ هُمْ يُرَاؤون
 
Bismillahirrahmanirrahim
[Rahman ve rahim Allah’ın adıyla]
“Vay o namaz kılanlara ki. Onlar namazlarını ciddiye almazlar.
Onlar (namazlarıyla ancak)  gösteriş yaparlar.”
 [Maun suresi, ayet 4-6]
 
Değerli Mü’minler!
 
Yüce Allah insanı başı boş yaratmamış, ona bir takım sorumluluklar yüklemiş ve bu sorumluluğun bir gereği olarak da kendisine kulluk etmesini istemiştir. İnsanın bu kulluk vazifesini, sırf Allah’a has kılınması ve O’nun rızasını elde etmek için ortaya konması özellikle hem Kur’an-ı Kerim’de hem de hadis-i şeriflerde dile getirilmiştir.
 
Muhterem Müslümmanlar!
İnsanın, inanç, ibadet ve sosyal hayat çerçevesinde yaptığı ya da yapacağı davranışların Allah nezdinde değer ifade edebilmesi için, bu davranışların şu temel noktayı içerisinde barındırması gerekmektedir. O temel nokta da ihlastır. İhlas kelime olarak iyi niyet, samimiyet, temiz olmak, riya ve gösterişten uzak olmak manalarına gelirken, dini terim olarak ise ibadetlerde ve bütün işlerde yalnız Allah’ın rızasını gözetmek, maddi bir çıkar ve dünyevi bir menfaat içerisinde olmamak manalarına gelmektedir. O halde yapılacak her türlü davranışın özünü ihlas oluşturmalı ve her davranışın temeline de Allah’ın rızası konmalıdır. Aksi taktirde bu davranışların Allah katında bir değerinin olması söz konusu olamaz. Nitekim peygamber efendimiz bu gerçeği “Şüphesiz Allah Teala, sadece kendisi için ve ancak kendisinin rızası gözetilerek yapılan amellerden başkasını kabul etmez.” [1] buyurarak dile getirmiştir.
 
 
 
Değerli Kardeşlerim !
                                                                                   
Mü’min, ibadetlerini ihlas ve samimiyetle sadece Allah’ın rızasını kazanmak için yapar. Bu ibadetleri yaparken gösterişi, riyayı, maddi ve dünyevi bir beklentiyi ön planda asla tutmaz. Düşündüğü tek şey Allah’ın hoşnutluğu ve O’nun rızasıdır. Nitekim aksi tavır ve düşünce içerisinde olanlar Cenab-ı Allah tarafından Kuran-ı Kerim’ de şiddetle eleştirilerek bu konu şöyle dile getirilmiştir. “Vay o namaz kılanlara ki. Onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar (namazlarıyla ancak)  gösteriş yaparlar.” [2]
 
Ayrıca Allah’u Teala Bakara suresi 264. ayette, insanlara sırf gösteriş için sadaka veren kişinin misalini vererek, ihlastan yoksun olan her türlü ibadetin kendi katında hiçbir değeri olmadığını açıkça dile getirmiştir. [3]
 
Muhterem Müslümanlar !
 
Gizli ve aşikar her amelimizin farkında olan yüce Allah, bizim o ameli yaparken içimizden geçen niyeti ve düşünceyi gayet iyi bilmektedir. O halde bize düşen, hayata dair ortaya koyduğumuz hem dünyevi hem de uhrevi her davranışımızın temeline ihlası ve samimiyeti koymak ve en büyük hedefimiz olan Allah’ın rızasını elde etmek olmalıdır. Bunun içinde tavır ve davranışlarımızı riya, gösteriş ve maddi beklentilerten arındırmalı ve amellerimizi sırf Allah’a has kılmalıyız.
 
 
[1] Nesai, Cihat 24: Ahmet b. Hanbel 4/126.    [2] Maun, 107/4-6.   [3] Bakara, 2/264.





--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


                                                               ALLAH İNANCI
بِسْمِ اللّٰهِ الْرَحْمٰنِ الْرَح۪يمِ
وَإِلٰهُكُمْ إِلٰهٌ وَاحِدٌ لا إِلٰهَ إِلا هُو الرَّحْمٰنُ الرَّح۪يمُ 
“Sizin ilahınız bir tek ilahtır. O’ndan başka ilah yoktur. O, Rahman’dır, Rahim’dir”
[Bakara suresi, ayet 163]
 
Muhterem Müslümanlar,
 
Hiçbir şey yokken sadece Allah vardı. Bizler, şu içinde yaşadığımız dünya, diğer gezegenler ve kainat, Yüce Allah‘ın ilminin ve iradesinin sonucudur. Varlığımızı ve yaşamamızı borçlu olduğumuz Allah’a inanmak ve ona gönülden teslim olmak hepimizin teşekkür borcudur. Bu sebeple Allah Teala’yı tanımak, öğrenmek ve öğretmek hepimizin görevidir.
 
Muhterem Kardeşlerim,
 
Rabbimizin bazı özelliklerini tanımak ve öğrenmek hepimizin ona karşı olan saygısını ve sevgisini daha da arttıracaktır. Yüce Rabbimiz kendisini Kitabında şu özelliklerle tanıtmaktadır: O vardır ve varlığının başlangıcı ve sonu yoktur. [1] O her şeyi yaratandır ama kendisi yaratılmamıştır. Her şey varlığını devam ettirebilmek için O‘na muhtaçtır ama O hiç kimseye muhtaç değildir. Her şey çifttir ve başka şeye benzer, ama O tektir ve hiç bir şeye benzemez. [2] Her şeyin bir sonu ve eceli vardır ama O‘nun sonu ve eceli yoktur. [3] Her şey eksik ve kusurludur ama O tam ve kusursuzdur. Her şeyi, başka bir şey sınırlar ama O‘nu hiç bir şey sınırlayamaz. Her şeyin varlığı mümkündür ama O’nun varlığı zorunludur. Her şeyin yokluğu mümkündür ama O’nun yokluğu düşünülemez. Her şeyin ilmi sınırlıdır ama O’nun ilmi sınırsızdır.
 
O; vardır, birdir, her şeyi yaratandır, yarattığını en güzel yaratandır. Merhametinin, lütuflarının ve kereminin sonu yoktur. Adildir asla zulmetmez. Habirdir her şeyi bilir. Kadirdir istediği her şeyi yapar. Hakimdir hikmetsiz ve gayesiz bir şey yapmaz. Vedüddür, çok sever kullarını, sevdiğinden dolayı asla Rabbim diyeni, el açanı geri çevirmez.
 
Muhterem Müslümanlar,
 
Bir kısım özelliklerini, isimlerini ve sıfatlarını saydığımız Yüce Rabbimiz, şüphesiz bizim bildiğimiz, tanıdığımız özelliklerinden çok daha büyüktür. Bizler ana rahminde yaratılan her yavruda, topraktan çıkarılan her yaprakta, semadan indirilen her damlada onun azametini, celalini ve cemalini her an açık bir şekilde görmekteyiz. O’nu bizim bildiğimiz kadarıyla değil kendisinin bildiği kadarıyla övüyoruz. O’na, layık olduğu hamd ile hamdediyoruz. Verdiği nimetler ve ikramlar nedeniyle O’na sonsuz şükürler ediyoruz. Rahmetine güvenip her günahımızdan sonra yine O’nun kapısını çalıyoruz. Bu dünyada Müslümanlar olarak şahit olduğumuz celalini ve cemalini ebedi alemde de müşahede etmek istiyoruz. Gark olduğumuz nimetlerinin daha güzellerini ahiret aleminde de rahmetiyle kucaklamak istiyoruz. Bizleri kendisine iman etme şerefinden ve bahtiyarlığından asla mahrum etmemesini O’nun yüce zatından edeple istirham ediyoruz.
 
Aziz Müminler,
 
Hutbemi yüce Rabbimizin kendisini bizlere tanıttığı Haşr süresinin son üç ayetinin mealiyle bitiriyorum: “O, kendisinden başka hiçbir ilah olmayan Allah'tır. Gaybı da, görünen alemi de bilendir. O, Rahman'dır, Rahim'dir. O, kendisinden başka hiçbir ilah bulunmayan Allah'tır. O, mülkün gerçek sahibi, her türlü eksiklikten uzak, barış ve esenliğin kaynağı, güvenlik veren, gözetip koruyan, mutlak güç sahibi, düzeltip ıslah eden ve dilediğini yaptıran ve büyüklükte eşsiz olan Allah'tır. Allah, onların (müşriklerin) ortak koştuklarından uzaktır. O, yaratan, yoktan var eden, şekil veren Allah'tır. Güzel isimler O’nundur. Göklerdeki ve yerdeki her şey O'nu tesbih eder. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” [4]
 
[1] Hadid, 57/1, 2.
[2] Şura, 42/11.
[3] Bakara, 2/255.
[4] Haşr, 59/22-24.

« Son Düzenleme: 18 Şubat 2011, 10:39:54 Gönderen: Ahmet Uçar » Logged

BİRGÜN GELECEK BİZDE BU DÜNYADAN GÖÇ EYLEYECEGİZ ELBET SANA GERİ DÖNECEGİZ YARAB...
Mustafa Yavuz
Aliçerçili
*
Offline Offline

Sülale: Ecir
Mesaj Sayısı: 11


« Yanıtla #9 : 25 Şubat 2011, 14:50:32 »

                                             HACCI ANLAMAK
اِنَّ اَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذ۪ي بِبَكَّةَ مُبَارَكًا وَهُدًى لِلْعَالَم۪ينَۚ
 ف۪يهِ اٰيَاتٌ بَيِّنَاتٌ مَقَامُ اِبْرٰه۪يمَۚ وَمَنْ دَخَلَهُ كَانَ اٰمِنًاۜ  
 وَلِلّٰهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ اِلَيْهِ سَب۪يلًاۜ
وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ عَنِ الْعَالَم۪ينَ


Muhterem Mü’minler!
Yüce Rabbimize olan inancımızla birlikte, saygımızın bir yansıması olan ibadetlerimizden birisi de, hac ibadetidir. Haccın sözlük anlamı “kastetmek” ve “saygı duyulan zata veya yere yönelmek” demektir.
Fıkıh terimi olarak ise hac, mali ve bedeni imkânı olan her Müslüman’ın; belirlenmiş zaman içerisinde Kâbe’yi, Arafat, Müzdelife ve Mina’yı ziyaret etmek ve belli başlı dini görevleri yerine getirmek suretiyle yaptığı ibadeti ifade eder.
Cenab-ı Allah, hutbemin başında okuduğum Al-i İmran suresinin 96 ve 97’nci ayet-i celilerinde mealen şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz, insanlar için kurulan ilk ibadet evi, Mekke’de, âlemlere rahmet ve hidayet kaynağı olarak kurulan Kâbe’dir. Onda apaçık deliller, İbrahim’in makâmı vardır. Oraya kim girerse güven içinde olur. Yolculuğuna gücü yetenlerin haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.”
Değerli Müslümanlar!


Hac yolculuğunun başladığı bu günlerde hacca gidecek kardeşlerimiz kendilerini o yüce ziyaret yerine kendilerini hazırlarken eş ve dostları da kutsal yolculuğa hazırlanan Rabbimizin ziyaretçilerini uğurlamaya hazırlanıyor.
Yapılan hac ibadeti ve orada yapılan ziyaretler, her yönüyle düşünülüp anlamamız gereken ibadetlerdir. İhram’a girerek dünyanın geçici olduğunu, makam, mevki gibi bütün varlığımızı bırakıp, ahirete sadece kefenle gideceğimizi hissediyoruz.
Dünyanın her tarafından gelen; dilleri, ırkları, renkleri, kültürel ve ekonomik durumları farklı Mü’minler olarak, ortak inanç ve duygular içerisinde kardeşlik bağlarımızı güçlendirme fırsatını elde ederek, Mümin kardeşlerimizle hep bir ağızdan; “Lebbeyk, Allahümme lebbeyk!” “Buyur Allah’ım buyur! Emrine boyun eğdim! Senin eşin ve benzerin yoktur. Emret Allahım! Her türlü övgü Sana mahsustur. Nimet de senin, mülk de senin. Senin eşin ve benzerin yoktur.” diyerek “Telbiye” yi okuyup, Yüce Rabbimizden af ve mağfiret dileyerek, gönül huzuruyla Allah’a yönelme fırsatını elde ediyoruz.
Muhterem Cemaat!
 
Hac ibadeti boyunca, namazla birlikte ihram, telbiye, zikir, vakfe, tavaf, say, kurban gibi yoğun ibadet ve taat heyecanı yaşıyoruz. Bu yönüyle Hac; iman ve ibadet bilincinin derinleştiği, din kardeşliğinin duygu ve davranışlara yansıdığı müstesna bir zaman dilimidir.

 
Hac'da dıştan bakıldığında sembolik davranışlar şeklinde gözüken her ibadetin ve şeklin bir anlamı vardır: İhram yasaklarına uymayı Allah’ın emrine boyun eğmek; Kâbe’yi tavaf ve sây etmeyi Allah’ı yüceltme ve O'nun rızasını her şeyden önde görmek; Arafat vakfesini bir diriliş ve mizan günü, Rabbin huzurunda mahşerin provasını yaşamak ve dünya hayatının anlamını kavradığımız gün olarak anlamak; Şeytan taşlamayı her türlü kötülüğü terk etmek; kurban ibadetini de gerektiğinde malını Allah yolunda harcayabileceğinin bir sembolü olarak düşünmek, hac ibadetine ayrı bir anlam ve güzellik kazandıracaktır.
Hac ibadeti, bize yeni bir kulluk şuuru kazandırıp hayatımızda yeni ve güzel bir sayfa açmalıdır. Hacı olmak kadar hacı kalmak da önemlidir.

 
Hutbemi, başta okuduğum hadis mealiyle bitirmek istiyorum: “Kim, Allah için hacceder, kötü söz ve davranışlardan sakınırsa (kul hakları hariç), annesinden doğduğu gün gibi (temiz ve günahlarından arınmış olarak evine) döner.” (1)
   22 / 10 / 2010
1- (Buhârî, Hac 4, Muhsar 9, 10; Müslim, Hac 438.)


--------------------------------------------------------------------------------


                                             DİNİMİZDE HOŞGÖRÜ VE  İNSAN SEVGİSİ
اَلَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ فِي السَّرَّآءِ وَالضَّرَّآءِ وَالْكَاظِم۪ينَ الْغَيْظَ وَالْعَاف۪ينَ عَنِ النَّاسِۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَۚ
 

Muhterem Mü’minler!
Varlıklar içerisinde en seçkin yeri olan, insandır. İnsanın gerek fiziki ve gerekse ruhi yönden en güzel şekilde yaratılması, başta akıl olmak üzere sayısız nimetler verilmesi, insanın üstünlüğünü ve Allah katındaki değerini göstermektedir.
Nitekim, Tîn Suresi 4’üncü ayetinde, “Andolsun ki biz insanı en güzel bir biçimde yarattık.”, İsra Suresinin 70’inci ayetinde de, “Biz, gerçekten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık.” buyrulmaktadır.
Öyle ise, en güzel ve en değerli varlık olan insanoğlu, bu değerini birbirine olan sevgisiyle gösterecektir. Yaratıcımız, bizleri değer vererek yarattığı için bizler bu kıymetin farkında olmalı ve İlah-i rızayı kazanmak için birbirimizi sevmeliyiz. Hepimizi yaratan aynı olduğuna göre, yaratılan her insan sevgi ve hoşgörüye layıktır. Yunus’un deyişiyle, “Yaratılanı severiz, yaratandan ötürü” anlayışı, dinimizin insan sevgisine vermiş olduğu değerin çok güzel bir ifade şeklidir.
Kıymetli Müslümanlar!


İnananların birbirini sevmeleri, gerçek manada iman edip etmemeleri ile çok yakından ilgilidir. Nitekim sevgili Peygamberimiz (s.a.s.), “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız.”(1) buyurarak, insan sevgisi ile iman arasındaki ilişkiye dikkat çekmektedir. Asrı Saadet’ten şu tablo, insana duyulan sevgiyi göstermek bakımından çok önemlidir:


Bir savaş sırasında birkaç müşrik çocuğu kargaşada ölmüşler. Efendimiz (s.a.s.) bunu duyunca çok üzülmüş. Kendisine, bunların müşrik çocukları olduğu söylenince Efendimiz; “Bu çocuklar müşrik çocukları da olsalar insandır. Her can fıtrata göre yaratılmıştır.”(2) diyerek, insan sevmenin ne anlama geldiğini anlatmıştır.
Hoşgörü, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in davranışlarında önemli bir ilke olmuş ve bu ilkenin temelini de, hutbemin başında okuduğum, “Kolaylaştırın zorlaştırmayın, müjdeleyin nefret ettirmeyin.”(3) prensibi oluşturmuştur.
Asırlar öncesinden günümüze ışık tutan gönüller sultanı Mevlana da bütün insanlara kucak açmış ve “Gel! Her ne olursan ol, yine gel!” sözleriyle insanlığı kardeşlik ve sevgiye davet etmiş ve böylece, özümsediği dinin ruhunu herkese anlatmaya çalışmıştır.


Aziz Kardeşlerim!
Hoşgörü, toplumsal barış ve uzlaşmaya, karşılıklı anlayış, saygı ve sevgiye dayalı, kavga ve kaygıdan uzak, huzurlu bir toplum oluşmasına yardımcı olur. Zira böyle bir toplum oluşturmak dinimizin başta gelen hedeflerinden birisidir.
Anlamı barış, kardeşlik ve hoşgörü olan bir dinin temsilcileri olarak bu prensipleri hayatımızda öncelikle bizler yaşamaya gayret edelim.
Hutbemi, başta okuduğum Al-i İmran Suresi 134’üncü ayetiyle bitiriyorum: “Onlar, bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. Allah iyilik edenleri sever.”
« Son Düzenleme: 25 Şubat 2011, 14:55:03 Gönderen: Mustafa Yavuz » Logged

SLM BEN MUSTAFA BOZKIRDAN İSTEGİ OLAN BENİ GÖRSÜN
Mustafa Yavuz
Aliçerçili
*
Offline Offline

Sülale: Ecir
Mesaj Sayısı: 11


« Yanıtla #10 : 04 Mart 2011, 11:16:15 »

                                                    CAMİİ İNŞAATININ ÖNEMİ
إِنَّمَا يَعْمُرُ مَسَاجِدَ اللّهِ مَنْ آمَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَأَقَامَ الصَّلاَةَ وَآتَى الزَّكَاةَ وَلَمْ يَخْشَ
 إِلاَّ اللّهَ فَعَسَى أُوْلَـئِكَ أَن يَكُونُواْ مِنَ الْمُهْتَدِينَ
Muhterem Müslümanlar!
İbadet etmek maksadıyla, yeryüzünde mabet inşa etmek insanlık tarihi kadar eskidir. Dolayısı ile insanoğlu, tarihin hiç bir döneminde mabedsiz kalmamış, yüce Yaratıcının adının anıldığı, kendisine ibadet edildiği mekanlar herzaman var olagelmistir.
         Müslümanların aynı inanç ve huşu ile saf saf durarak Allah`a ibadet ettikleri, dinlerini öğrendikleri, duygularını paylaştıkları kutsal mekanlar olan camiler, toplayan, biraraya getiren, buluşturup birleştiren manalarına gelmektedir.
         Camiler, birlik ve beraberliğin sembolüdür. Kadınıyla-erkeğiyle, zenginiyle-fakiriyle, genciyle- yaşlısıyla toplumun farklı katmanlarında yer alan bütün inananları aynı safta omuz omuza cem edebilen, sembolik ifadesi ile Allah‘ın evleri olma özellikleri ile de daha dünyada iken Allah‘a misafir olunabilen yegane mekanlardır. Yüce Rabbimiz konuyla alakalı olarak Kuran-i Kerim`de şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz mescitler Allahındır. O halde Allah ile beraber başkasına kulluk etmeyin.” (Cin/18)
        
Muhterem Müslümanlar!
         İhlas ve samimiyetle inşa edilen camiler, yeryüzünün en hayırlı ve Allah‘a en sevimli mekanlarıdır. Bundan dolayı sevgili Peygamberimiz (sav) “Allah’ın en çok sevdiği ve hoşlandığı mekanlar mescitlerdir.”[1] buyurmuştur. Allah’ın adının anıldığı mabedlerin yapılmasını teşvik eden bir ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın mescitlerini ancak, Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler hem madden hem de manen imar eder. İşte onların doğru yolu bulanlardan olmaları umulur.” (9 Tevbe/18 )
 
 
 
 
 
Muhterem Müslümanlar!
         Her yönüyle bizler için en güzel örnek olan sevgili peygamberimiz (sav), Mekke´den Medine´ye hicret ederken, daha Medine´ye varmadan ilk uğrak yeri olan Kuba´da bir mescid inşa ettirmiş, Medine´yi şereflendirdiğinde de ilk iş olarak Mescid-i Nebevi´nin inşaatına başlamıştır. Kendisi de bu inşaatta kerpiç taşıyarak bizzat çalışmıştır.[2]
 
Muhterem Müslümanlar!
         İnananlar, Hz Peygamber (sav) den aldıkları bu ilham ve örneklikle bulundukları her yerde Allah’ın adının anıldığı, bir araya gelip ibadet edecekleri, gelecek nesillerine dinlerini öğretecekleri mescitler ve camiler inşa etmeyi bir görev olarak kabul etmişlerdir.
Siz Almanya’da yaşayan Müslüman kardeşlerim, imkanlarını ve fedakarlıklarını zorlayarak pek çok mescitler inşa ettiniz. Aynı zamanda bizlerin Almanya’da kalıcı olduğunun, İslam’ın Almanya’nın bir parçası olduğunun, Almanya’da farklı dini mabetlerin inşa edilebildiğinin, tartışmalara rağmen dinlere saygı ve toleransın olduğunun güzel bir nişanesi olacak Köln Merkez Camii ile Kültür ve Bilim Merkezini birlikte inşa ediyoruz. Sizin dua ve maddi katkılarınızla; bu güzel eseri siz hayır sever kardeşlerimizin yardımı, ilgi ve desteği ile tamamlayacak; buradan hepimize daha fazla hizmet bekleyeceğiz. Bu güzel eserin kaba inşaatı tamamlanmak üzere olup, bundan sonraki aşamalarda da en az harcanan bir meblağ, yaklaşık 15.000.000,- (on beş milyon) Avroya ihtiyaç duyulmaktadır. Kolay olmasa da bir seferlik bu merkez mabedi birlikte tamamlayacağız, inşaallah. Bu vesile ile daha önce Almanya genelindeki derneklerimizle mutabık kalındığı üzere yılda iki kere Köln merkez camimiz için sizlerin maddi desteğine başvuruyoruz. Rabbim bütün hayırlarınızı kabul etsin, sizleri esirgesin, kazançlarınızı bereketlendirsin.
        
Hutbemi, Hz Peygamber (sav) cami ve mescitlerin inşaası için harcanan emek ve gayretlerin karşılıksız kalmayacağını ifade eden şu sözlerle bitirmek istiyorum: “Bir kimse, Yüce Allah’ın rızasını gözeterek bir mescit inşa ederse Allah da ona cennette bir köşk hazırlar”[3]


--------------------------------------------------------------------------------


[1] Muslim, Mesacid, 288.
[2] Buhari, Menakıbu`l-Ensar, 45.
[3] Buhari, Salat 65




--------------------------------------------------------------------------------

--------------------------------------------------------------------------------



                                               KUR’AN’A GÖRE İNSAN
سُدًى يُتْرَكَ أَن الْإِنسَانُ أَيَحْسَبُ
Kıyame, 36
Muhterem Müslümanlar
Allahü Teala insanları diğer varlıklardan üstün olarak yaratmış(1) ve ona bir takım sorumluluklar vermiştir. Bu gerçeği Yüce Rabbimiz şöyle ifade etmektedir: “İnsanoğlu kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanıyor.”(2)
İnsanoğlu dünyaya, sadece yemek, içmek, geçici zevk ve eğlence için gelmemiştir. Asıl gaye, yaratıcısının razı olacağı işler yapmak ve örnek aldığı Hz. Muhammed (s.a.s.)’in ahlakıyla ahlaklanmaktır.
Sevgili Kardeşlerim
Bir yemeği veya herhangi bir meyveyi tatmadan nasıl ki tadı anlaşılmıyorsa, Kur’an-ı okuyup anlamadan ve hayatımıza yansıtmadan gerçek mutluluğa eremeyiz. Bunu bir başka örnekle şöyle ifade edebiliriz; Bir insanın isminin Ahmet, Mehmet, Ayşe olması iyi bir Müslüman olmak için yeterli değildir. Müslüman içi boş bir dükkân gibi olmamalıdır. Davranışlarıyla göze hoş gelen iyi bir vitrin gibi olmalıdır.
Her dine, farklı inanışlara mensup insanın birlikte yaşadığı bu ülkede, Müslüman davranışlarıyla ya İslam’a insanları ısındıracak veya insanlara İslam’ın yanlış tanıtılmasına vesile olacaktır.
Muhterem Mü’minler
Kur’an ifadesiyle Müslüman yalan söylemez, ahde vefasızlık yapmaz, hırsızlık yapmaz, insanları aldatmaz, ticarette hile yapmaz, yeryüzünde fesat çıkarmaz, öldükten sonra hesap sorulacağına inandığı için hiç bir cana kıymaz, harama el sürmez.
Yediklerini helalinden yer, kendisine verilen can ve malın emanet olduğunu bildiği için zararlı alışkanlıkları yoktur ve Müslüman başkasını rahatsız edici davranışlarda bulunmaz.
Bu kötü huylardan yalan, Kur’an’da üç yüzden fazla ayette kınanmıştır. Bu çerçevede Yüce Rabbimiz (c.c.) şöyle buyuruyor: “Yalandan sakınınız.”(3) “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin.”(4) Peygamberimiz (s.a.s.) de şöyle buyuruyor: “Aldatan bizden değildir.” Bir başka hadiste ise şöyle buyrulmuştur: “Müslüman yalan ile imanın bir arada bulunamayacağını bilip doğruluğun temsilcisi olmalıdır.”(5) buyuruyor.
Değerli Müslümanlar,
Özetle şöyle diyebiliriz ki; Müslüman ibadet ve yaşantısında Kur’an’ı ölçü almalı O’nu okuyup anlamaya gayret etmeli, meal okuma zamanı belirleyip, belirli zamanlarda ailece okumaya önem vermelidir. Unutmayalım ki, insanın Allah katındaki değeri Kur’an’a göre belli olur. Bizim Allah katındaki değerimiz mal, mülk, şan ve şöhretle değil; Kur’an’a olan saygımız, sevgimiz ve O´nu hayatımıza yansıtmamızla olacaktır.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.)’in bir hadisiyle hutbemizi bitirelim: “Size iki şey bırakıyorum, bunlara uyduğunuz sürece asla sapıtmayacaksınız, bunlar: Allah’ın kitabı Kur’an ve Resulünün sünnetidir.”(6)
----------------------------------------      
(1) Tin, 4                                                                                                                                                            
(2) Kıyame, 36                                                                                                                                                        
(3) Hac, 22/30                                                                                                                                                        
(4) Ahzab, 33/70                                                                                                                                                      
(5) Müsned, 2/ 253                                                                                                                                                  
(6) Muvatta, 2/899
 Vahdettin ÇÖMEZ                                            
« Son Düzenleme: 04 Mart 2011, 11:18:54 Gönderen: Mustafa Yavuz » Logged

SLM BEN MUSTAFA BOZKIRDAN İSTEGİ OLAN BENİ GÖRSÜN
Ahmet Uçar
Aliçerçili
*
Offline Offline

Sülale: Hatiblar ..hatibel.davulcu Ahmet,in Son Oğlu.
Mesaj Sayısı: 832


« Yanıtla #11 : 11 Mart 2011, 09:36:29 »

Aziz Cemaatim!Kur’an-ı Kerim’de Yüce Mevla’mız; “Kendi Elinizle Kendinizi Tehlikeye Atmayın.”(1) buyurarak, bile bile intihar demek olan sigara, içki ve benzeri bütün kötülüklerden uzak durmamızı emretmektedir. Diğer bir Ayette ise; “Ey iman edenler! Şarap, kumar, putlara kurban kesilen sunaklar, fal okları, ancak şeytan işi birer pisliktir. Onlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz”(2) buyurmaktadır. Sevgili peygamberimiz de bir Hadisi Şeriflerinde; “Sarhoşluk veren şeylerden sakının. Çünkü sarhoşluk veren şeyler bütün kötülüklerin anasıdır”(3) buyurmuştur.

Değerli Müminler!

İçkinin vücudu tahrip ederek birçok hastalıklara sebep olduğu, zihnin faaliyet dengesini bozduğu, içki yüzünden çeşitli kavgaların yaşandığı, trafik kazalarının meydana geldiği ve nice ailelerin içki ve diğer zararlı alışkanlıklar yüzünden dağıldığını görmekteyiz. Bu zararlı alışkanlıkların aile hayatına, iş hayatına, aile ve ülke ekonomisine, ferdi ve toplumsal ahlaka (namus, iffet şeref, haysiyet) gibi manevi değerlere verdiği zararlar sayılamayacak kadar çoktur. İntiharların, cinayetlerin, her türlü kötülük, gasp ve anarşinin temelinde içki ve uyuşturucu maddeler gelmektedir.

 

O halde Aziz Kardeşlerim!

Zaman kaybetmeden gereken tedbirleri alarak zararlı alışkanlıklardan kendimizi, çocuklarımızı ve gençlerimizi bir an önce kurtarmalıyız. Beyni uyuşturulmuş, sağlığını kaybetmiş ve her şeyini yitirmiş nesillere sahip bir milletin ayakta durması mümkün değildir. Bu nedenle anne-baba, aile-okul ve toplum olarak el ele verip neslimizi her türlü zararlı alışkanlıklardan koruyalım. Yüce Mevla çocuklarımızı ve gençlerimizi bu zararlı alışkanlıklardan korusun. (âmin)

Hazırlayan:

Ömer Çınar

Kadımürsel Köyü İ.H.

Afyonkarahisar/İhsaniye

1 Bakara Suresi 195

2 Maide Suresi 90

3 Nesei, Eşribe 44









                                                    VEDA HUTBESİ-II

                          
_________Sen olmasaydın, ey habibim, felekleri
_________(kâinatı) yaratmazdım...Hadis-i kutsi

Gül Muhammed işte, bu çağda doğdu...
Doğuşu, âlemin zulmünü boğdu.
Karanlık dünyayı, nûra gark etti!
Mü’ mini, müşriki, farkı fark etti...
Sallandı O’ nunla, cehlin dünyası
Bozuldu küffârın pembe rüyâsı.
Mahrumdu bu dünya, temiz fikirden
Resûl’ le arındı âlem tüm kirden.

Yaşı kırka geldi, kemâle erdi
Hakk, Muhammed’ ine ’nübüvvet’ verdi...

Nur dağına iner, Hakk’ ın nurları
Habibine verir, tüm onurları.
Vahiyler orada gelmeye başlar,
Resûl’ de tarifi çok güç telâşlar!
İlk, ’oku! ’ emrini alınca orda,
Bir üşüme gelir, hem de en zorda.
Varır eve hâlâ titriyor beden,
’Ört n’olur Hatice, sorma ki neden’

Cebrâil Hıra’ da boğazım sıktı!
’Oku’ dedi, oku! ! Sesi kısıktı...

Dedim: -Ben ümmîyim, okuma bilmem.
Dedi: ’Rabbin sana öğretir hemen! ’
’O, insan yarattı, bil ki alâktan!
Kurtarıyor onu, bak muallâktan...’
- Okuttu: ’Rahman ve Rahim’ adını,
- Unutamadım lezzet ve tadını!
Hakk’ tan iniyordu tek, tek âyetler
Yapıyordu halk hem, ne rivâyetler...

Safâ tepesinden bir gün peygamber,
Tüm çevrelerine saldı bir haber!

Toplandı meydana halk usul, usul
Bütün ahâliye seslendi Resûl:
- Desem ki şu dağın tam arkasında,
- Düşman var, silâhı at terkisinde!
- İnanır mısınız, doğru söyleyin?
-’İnanırız ya, Muhammed-ül emin! ’
-’Sen bize hiç yalan söylemedin ki,
-’Olmayacak hiç söz, eylemedin ki...’
- Öyleyse inanın, ben hak Resûl’ üm!
- Bizi yaratan var, ben de bir kulum.

- Sizi de yarattı, benim Allah’ ım
- Ama bana dedi, ’Resulullahım! ’

Önce, Ebu Lehep karşı çıkmıştı,
Resûl’ ün canını, biraz sıkmıştı...
O günden sonra da pek çok uğraştı,
Azim ve imanla, ne bentler aştı.
Resûl’ e Mekke’ de hiç rahat yoktu,
Muteriz müşrikler o kadar çoktu.
Allah istedi O, ’göç’ e kalkıştı,
Yesrib’ den duyulan büyük alkıştı!

Bir sabah fecirle yollara düştü,
Müşrikler katl için eve üşüştü...

Yatakta ’Allahın aslanı’ vardı,
Müşrikler görünce, renkler sarardı.
Cebrâil Resul’ e yol buluyordu,
Müşrikler şaşırıp, kahroluyordu!
Ebu Bekir ile Sevr’ e çıktılar,
Düşman hayâlini kökten yıktılar,
Sevr dağında vardı, boş bir mağara
Sıddık ile Resûl girdi bir ara.

Mağaranın önü kuş yuvasıydı,
Onun davası da, Hakk davasıydı!

Örümcek girişe bir perde ördü,
Müşrikler orada yalnız ağ gördü.
Ebu Bekir, çok tedirgin olsa da
Kederden rengi ruhsârı solsa da,

Allahın Resûl’ ü: - Ya Ebu Bekir!
- Dert etme, Rabbimiz hep bizimledir...

Müşrikler gelmişti tam önlerine,
Baktılar, öne ve tüm yönlerine.
Dediler:-’Burada olmaları güç! ’
-’Girseler bu ağlar yırtılmaz mı hiç? ’
-’Güvercin yuvadan uçardı çoktan,
-Oyalanmayalım burda hiç yoktan! ’

Vazgeçer mi Allah, verdiği sözden?
Çıkarır mı habibini hiç gözden!

Müşrikler gittiler Sev/ir dağından,
Resûl çıktı, örümceğin ağından.
Mescid-i Kuba’ da on gün kaldılar,
Sonra, Medine’ ye revân oldular.
Resul, ’Kusva’ adlı deveye bindi,
Eyyüb Ensari’ nin evinde indi...
Ensar, muhaciri bağrına bastı,
Hepsi iman dolu, hepsi çok hastı...
Halil Şakir Taşçıoğlu



« Son Düzenleme: 11 Mart 2011, 14:57:31 Gönderen: Ahmet Uçar » Logged

BİRGÜN GELECEK BİZDE BU DÜNYADAN GÖÇ EYLEYECEGİZ ELBET SANA GERİ DÖNECEGİZ YARAB...
Ahmet Uçar
Aliçerçili
*
Offline Offline

Sülale: Hatiblar ..hatibel.davulcu Ahmet,in Son Oğlu.
Mesaj Sayısı: 832


« Yanıtla #12 : 18 Mart 2011, 09:33:08 »



وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ أَمْوَاتٌ بَلْ أَحْيَاءٌ وَلَكِنْ لَا تَشْعُرُونَ     (154/2 ,Bakara)


ÇANAKKALE ZAFERİ

Muhterem Müslümanlar!
Aziz milletimiz, tarihinin hiçbir döneminde bağımsızlık ve özgürlüğünden taviz vermemiştir. 18 Mart 1915'te tek vücut hâline gelmiş bir milletin, bağımsızlığını, onurunu, vatanını ve bayrağını korumak için neler yapabileceğini bütün dünyaya göstermiş ve tarihe unutulmayacak bir destan yazmıştır.
Tarihin kaydettiği en büyük savaşlardan biri de Çanakkale Savaşı'dır. Çehreleri, renkleri, dilleri ve ırkları değişik, çeşitli milletlerden oluşan, insan selini andıran ordular, milletimizin üstüne yürümüş, Mehmetçiğin göğsüne bomba ve mermi yağdırmıştır. Gökler ölüm indirmiş, yerler ölü püskürmüştür. Kahraman ecdadımız, bu öldürücü silâhların tehdidine karşı iman dolu göğsünü siper etmiş, bir gül bahçesine girercesine vatan uğruna şehit olmayı şeref bilmiştir. Düşmanın gülleleri, mermileri, arslan neferlerimizin göğsünde sönmüş, Çanakkale Boğazı düşmanlarımıza mezar olmuştur.

Muhterem Mü’minler!
Çanakkale'de kazanılan zafer, savaşın ve tarihin akışını değiştirmiştir. Çanakkale'de, donanım ve maddî imkân bakımından kendisinden güçlü ordulara karşı, inanılmaz bir direniş gösterilmiş, üstün cesaret ve özveriyle, "Çanakkale geçilmez" dedirten, eşine az rastlanır, anlamlı bir kahramanlık destanı yazılmıştır.
İman, vatan sevgisi, dayanışma, birlik ve beraberlik duyguları, zamanın en güçlü ve donanımlı ordularına karşı koymada en önemli faktörler olmuştur. Bugün de milletçe, aynı ruh ve inanca, aynı birlik, beraberlik ve dayanışmaya ihtiyacımız vardır. Çanakkale'de şahlanan ruh, milletimizin mayasını oluşturan ruhtur. Bu ruh, dinin, vatanın, namusun, bayrağın, kısaca bizi biz yapan değerlerin en zor şartlarda bile feda edilemeyeceğini açık bir şekilde ortaya koymuştur. Bu ruhu yaşattığımız müddetçe ulaşamayacağımız hiçbir hedef, başaramayacağımız hiçbir iş, üstesinden gelemeyeceğimiz hiçbir sorun, çözemeyeceğimiz hiçbir problem kalmayacaktır.

Muhterem Müslümanlar!
Kanının rengini bayrağımıza vermiş, aziz canını vatanımız uğruna feda etmiş olan şehitlerimiz; bu yüce değerlerimizin korunmasını, savunulmasını ve ilelebet yaşatılmasını bizlere emanet etmişlerdir. Bu itibarla onları gönüllerimizde yaşatarak, emanetlerine ne pahasına olursa olsun sadık kalmalıyız.
Milletimizin bitmez tükenmez gücüne, en güzel örnek olarak tarihimizde parlayan Çanakkale Zaferi'nin, özellikle genç nesillere iyi anlatılması, ecdadımıza borcumuz olduğu gibi, geleceğimiz açısından da son derece önemlidir. Milletçe bu onurlu mirası aynı inanç ve duyarlılıkla yarınlara taşımak en büyük görevimizdir.

Değerli Mü’minler!
         Hutbemi, Nevruzla ilgili bir temenni ile bitirmek istiyorum:
         Her yıl 21 Mart tarihinde yeni gün anlamına gelen Nevruz Etkinlikleri kutlanmaktadır. Türk dünyasının ortak ve en eski bayramı olan nevruz bolluk ve bereket günlerinin karşılanmasıdır. Bu vesile ile Nevruz kutlamaları toplumda insan ve doğa sevgisini pekiştirmekte, hoşgörü ve yardımlaşma duygularını canlandırmakta ve yaşama coşkusunu güçlendirmektir. Geleneksel kültür değerlerimiz arasında yer alan nevruzun birlik ve beraberlik içerisinde bir şenlik havasında geçmesini temenni eder, kardeşlik duygularımızın pekişmesine vesile olmasını dilerim.

DİYANET

Konya Müftülüğü’nün 18.03.2011 Tarihli Hutbesidir.
Logged

BİRGÜN GELECEK BİZDE BU DÜNYADAN GÖÇ EYLEYECEGİZ ELBET SANA GERİ DÖNECEGİZ YARAB...
Ahmet Uçar
Aliçerçili
*
Offline Offline

Sülale: Hatiblar ..hatibel.davulcu Ahmet,in Son Oğlu.
Mesaj Sayısı: 832


« Yanıtla #13 : 25 Mart 2011, 15:07:15 »

                    Tövbe
aziz cemaat!
yüce allah (c.c), insanı iyiye ve kötüye, hayra ve şerre meyilli yaratmıştır. günahsız doğan insan, âkıl bâliğ olduktan sonra sevap işleyebileceği gibi günah da işleyebilmektedir. peygamberimiz (s.a.v)’in, buyurduğu gibi “…günah işleyenlerin en hayırlısı tövbe edenlerdir.” bu itibarla mümin, hata ettiği zaman hatasından dönüp, tövbe etmekle mükelleftir. hz. âdem’le başlayan tövbe aynı zamanda bir arınmadır, kulluğun bir göstergesidir.
mümin, bir an önce işlediği günahtan tövbe etmeli, bunun için özel zaman ve mekân aramamalıdır. rabbimiz hatasını anlayıp pişman olan kullarından “tövbe-i nasûh”, yani samimi ve günaha bir daha dönmemek üzere tövbe etmesini istemektedir. yapılması gereken; tövbeden önce pişmanlık duymak, günahı terk etmek ve bir daha yapmamaya azmetmektir. eğer söz konusu günah, kul hakkına taallûk ediyorsa, hak sahibiyle helâlleşmek gerekir. bundan sonra işlediği günahların affı için insan, rabbine yönelmeli ve af dilemelidir. nitekim kur’an-ı kerim’de şöyle buyrulur: “kim bir kötülük yapar, yahut kendine kötülük eder de sonra allah’tan mağfiret dilerse, allah’ı çok bağışlayıcı ve esirgeyici bulacaktır.”
muhterem kardeşlerim!
yüce rabbimiz kendisine yönelen her kulunun, tövbesini kabul edeceğini bildiriyor. ancak, tövbeyi son nefese kadar geciktirmek doğru değildir. bir âyette “günahları yapıp yapıp da her birine ölüm gelince, «i̇şte ben, şimdi tevbe ettim.» diyenlerin ve kafir olarak ölenlerin pişmanlığı fayda etmez. i̇şte onlara, çok acı bir azap hazırlamışızdır” buyrularak tövbenin bir an evvel yapılmasına dikkat çekilmiştir.
müslüman günah işlediğinde hemen hakk’ın engin rahmetine sığınmalıdır. nitekim allah teâlâ, affa hak kazanan müminlerin vasıflarını şöyle beyan ediyor: “onlar bir günah işledikleri veya kendilerine kötülük ettikleri zaman, allah’ı hatırlayıp hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler. günahları allah’tan başka kim bağışlayabilir ki? arıca onlar, yaptıkları günahlarda bile bile ısrar etmezler.”
tövbe kapısın açık olması, rabbimizin bir lütfudur. i̇şlediğimiz günahların üzerimizde oluşturduğu maddi-mânevi ve ruhsal darlıktan, sıkıntılardan kurtulmanın en güvenli yoludur.
aziz kardeşlerim!
günahı nefsinden söküp atmak, allah’ın rahmetine, lütuf ve ihsanlarına kavuşmak için bir vesiledir. ayet-i kerime’de, “rabbinizden mağfiret dileyin, sonra o’na tövbe edin ki, o sizi belirlenmiş bir vakte kadar dünya nimetlerinden faydalandırsın, iyi işler yapan herkese de yaptığının karşılığını versin” buyrulur. peygamber efendimiz de ümmetini her fırsatta tövbeye çağırmış ve “ey insanlar! allah’a tövbe ve istiğfar ediniz. ben günde yüz defa tövbe ediyorum” buyurmuştur. elbette bu ifade resûl-i ekrem’in çok günah işlediğini değil, tövbenin ne kadar gerekli olduğunu gösterir.
hutbeme tövbenin önemini ifade eden bir hadis-i şerifle son vermek istiyorum: “kulun tövbesinden dolayı yüce allah’ın memnuniyeti, sizden birinin ıssız çölde devesini kaybedip tekrar bulduğu zamanki sevincinden daha fazladır.”
yüce rabbimiz, tövbelerimizi kabul, günahlarımızı affeylesin
(alemitu bakhele ?, 25.03.2011
Logged

BİRGÜN GELECEK BİZDE BU DÜNYADAN GÖÇ EYLEYECEGİZ ELBET SANA GERİ DÖNECEGİZ YARAB...
Ahmet Uçar
Aliçerçili
*
Offline Offline

Sülale: Hatiblar ..hatibel.davulcu Ahmet,in Son Oğlu.
Mesaj Sayısı: 832


« Yanıtla #14 : 01 Nisan 2011, 18:42:55 »

Allah Teala, Kur’an-ı mübininde mealen şöyle buyuruyor:

“Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir.”[1]

Sıkıntıya düşmemizi istemeyen, mü’minlere karşı çok şefkatli, çok merhametli bir Peygamberimiz var.

Rabbimiz, yine Kura’n-ı Keriminde, O’nu “Alemlere rahmet olarak gönderdiğini”[2] bildiriyor.

Demek O’nun rahmet mesajı, bütün alemleri kuşatıyor.

Peygamberimiz, yine Kuran-ı Kerim’de, “Üsve-i hasene” yani “güzel örnek” olarak niteleniyor.

O, hayatıyla güzel örnek olmuş ve elinden tutan insanlara en güzel insanlık erdemlerini kazandırmış.

Ona bakarsak, önümüzde güzel örnek görürüz, O’nun elinden tutarsak, O bizi, güzel insan olarak eğitir.

O, insanlığın öğretmeni, insanlığın mürebbisi.

Eğer O’nun elinden tutarsak, gözümüzü kulağımızı O’na yöneltirsek, bize vereceği ilk öğüt, herhalde, şefkatli, merhametli bir insan olma, rahmet insanı olma öğüdü olacaktır.

Bugün de O’na yönelirsek der ki bize:

-Elinizden ve dilinizden başkaları zarar görmesin.

Der ki:

-Ayıpları araştırmayın. Haset etmeyin. Kin tutmayın. Birbirinize lanet etmeyin. Kimsenin gizli hallerini araştırmayın. Katı kalpli olmayın. Kibirli olmayın.

Der ki:

-Merhametli olun. Birbirinizi sevin. Mütevazı olun. Birbirinizin dertleriyle ilgilenin. Birbirinizin hatasını düzeltin, birbirinizi arındırın. Hediyeleşin. Selamlaşın birbirinizle.

Alır ve yoğurur yüreklerimizi merhamet duygularıyla.

Anne babayı yoğurur, evlatları yoğurur, eşleri yoğurur, gençleri, yaşlıları yoğurur…

Der ki:

-Komşun aç yatarken sen tok uyuma.

Der ki:

-Çalıştırdığın insanın ücretini teri kurumadan ver.

Der ki.

-Susuz kalmış hayvana su veren insan cennetlik oldu.

Der ki:

-Cennet annelerin ayağı altındadır.

Sorar insanlara:

-Bugün bir yetimin başını okşadın mı? Bugün bir açı doyurdun mu? Bugün bir hastayı ziyaret ettin mi?

O bitmez tükenmez bir sevgi ve merhamet çağlayanıdır.

Değerli Kardeşlerim!

Bir Kutlu Doğum haftasına daha giriyoruz. Aslında her gün, her hafta, her ay, Sevgili Peygamberimizle birlikte yaşıyor gibi bir hassasiyet içinde olmamız gerekiyor. Böyle özel haftalar ise, bu yakınlığı daha diri hale getirmek içindir. O’nun elinden yeniden tutmak ve gönlümüzü O’na açmak içindir. Kişiliklerimizde O’na daha çok benzemek içindir. O’nun güzelliklerini kuşanmak içindir.

Şiddetin, acımasızlığın, savaşların kol gezdiği bir dünyada, en acil ihtiyaç, Muhammedi bir merhamettir, şefkattir, diğergamlıktır, muhabbettir. Yaratılan her şeye rahmetle yaklaşmaktır.

Bunu, en öncelikle, Rahmet Peygamberinin izinden gidenler yapacaktır.

O sebeple, yüreklerimizi O’nun mektebinde eğitmek ve her birimiz, O’ndan aldığımız ışıkla rahmet insanları olmak, rahmet toplumları kurmak durumundayız.

Hutbemizi, Efendimiz(s.a.s)’in bir hadisi şerifleriyle bitirmek istiyoruz:

“İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe gerçekten iman etmiş olmazsınız.”[3]3

Muhterem Müminler!

Diyanet İşleri Başkanlığımız geçen yıl olduğu gibi bu yıl da “Kutlu Doğum Haftası” açılış programını İstanbul’da gerçekleştirecektir. Peygamberimizin bu kutsal doğum gününe layık, güzel bir program olacak inşallah. Bakırköy Sinan Erdem Spor Salonunda 14 Nisan 2011 Perşembe günü akşam saat 20:30’da yaşanacak bu güzelliğe sizlerin de katılmasını bekliyoruz. Kutlu Doğum mutluluğunu birlikte paylaşmayı diliyoruz.

Hazırlayan ve Redaksiyon: D.İ.B. Hutbe komisyonu


--------------------------------------------------------------------------------

[1] Tevbe, 9/128

[2] Enbiyâ, 21/107

[3] Müslim, îman 93-94


Logged

BİRGÜN GELECEK BİZDE BU DÜNYADAN GÖÇ EYLEYECEGİZ ELBET SANA GERİ DÖNECEGİZ YARAB...
Sayfa: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 »
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

MySQL ile Güçlendirildi PHP ile Güçlendirildi Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006, Simple Machines XHTML 1.0 Geçerli! CSS Geçerli!