04 Ekim 2024, 20:20:41 *
Merhaba, Ziyaretçi. Lütfen giriş yapın veya üye olun.

Kullanıcı adınızı, parolanızı ve aktif kalma süresini giriniz
Duyurular:
 
   Ana Sayfa   Yardım Oyunlar Ara Takvim Bağlantılar Giriş Yap Kayıt  
Sayfa: 1
  Yazdır  
Gönderen Konu: Kutlu Doğum Haftası ve Mevlid Kandili  (Okunma Sayısı 4570 defa)
Ramazan Oğuz
Yönetici
*****
Offline Offline

Sülale: Karalar
Mesaj Sayısı: 885



WWW
« : 29 Mart 2007, 22:19:54 »

Kutlu Doğum ve Mevlid Kandili


     Hayatın gayesi, yaratılışın mânâsı silinmiş, yok olmuştu. Herşey mânâsız başıboşluk ve hüzün örtülerine bürünmüştü.

       Ruhlar birşey bekliyor, bir nurun zulmet perdesini yırtmasını içten içe hissediyordu.

      O vahşet devrinde kâinat ufkundan bir güneş doğdu. Bu güneş âhirzaman Peygamberi Hz. Muhammmed Aleyhissalâtü Vesselam idi. Tarihin seyrini, hayatın akışını değiştiren bu eşsiz olay, dünyayı yerinden sarsan değişimlerin en büyüğü idi.

    İşte insanlığın akıl ve kalbinde düğümlenen "Necisin, nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun?" sorularını, düğümlerini çözüp kâinatın Sahibini ilân ve ispat edecek bir zatın teşrifi sadece insanların ruh ve kalbinde değil, diğer varlıklarda, hattâ cansız eşyada bile yansımasını bulacaktı.

        Doğudan batıya bütün âlemin nurlara büründüğü, İlâhi değişimin tecelli ettiği o gece neler oldu neler?

     Yahudi ileri gelenleri ve âlimleri kitaplarında daha önce rastladıkları işaret ve müjdelerin açığa çıktığını gördüler. Kimsenin haberi olmadan en önce onlar bu müjdeyi verdiler.

      O gece Yahudi âlimleri semâya bakıp "Bu yıldızın doğduğu gece Ahmed doğmuştur" dediler.(1)

    Bîr Yahudi İleri geleni Mekke'de Peygamberimizin doğduğu gece, içlerinde Hişam ve Velid bin Muğire, Utbe bin Rabia gibi Kureyş ileri gelenlerinin bulunduğu bir toplantıda,
- "Bu gece sizlerden birinin çocuğu oldu mu?" diye sordu.
- "Bilmiyoruz" diye cevap verdiler.
Yahudi, "Vallahi sizin bu ihmalinizden iğreniyorum!
"Bakın, ey Kureyş topluluğu, size ne söylüyorum, iyi dinleyin. Bu gece, bu ümmetin en son peygamberi Ahmed doğdu. Eğer yanlışım varsa, Filistin'in kudsiyetini inkâr etmiş olayım. Evet, onun iki küreği arasında kırmızımtırak, üzerinde tüyler bulunan bir ben var" dedi.

    Toplantıda bulunanlar Yahudinin sözünden hayrete düştüler ve dağıldılar. Her birisi evlerine döndüğünde bu durumu ev halkına anlattılar. "Bu gece Abdülmuttalib'in oğlu Abdullah'ın bir oğlu doğdu. Adını Muhammed koydular." haberini aldılar.

   Ertesi gün Yahudiye vardılar:
"Bahsettiğin çocuğun bizim aramızda dünyaya geldiğini duydun mu?" dediler.
Yahudi "Onun doğumu benim size haber verdiğimden önce midir, sonra mıdır?" dedi.
Onlar, "Öncedir ve ismi Ahmed'dir" dediler. Yahudi, "Beni ona götürün" dedi.
Yahudi ile beraber kalkıp Hz. Âmine'nin evine gittiler, içeri girdiler.
Pegamberimizi Yahudinin yanına çıkardılar. Yahudi Peygamberimizin sırtındaki beni görünce, üzerine baygınlık geldi, fenalaştı. Kendine gelip ayıldığı sırada,

"Ne oldu sana, yazıklar olsun" dediler.

  Yahudi, "Artık İsrailoğullarından peygamberlik gitti. Ellerinden kitap da gitti. Artık Yahudi âlimlerinin kıymet ve itibarları da kalmadı. Araplar peygamberleriyle kurtuluşa ereceklerdir.

"Ey Kureyş topluluğu, ferahladınız mı? Vallahi size, doğudan batıya kadar ulaşacak bir güç, kuvvet ve bir üstünlük verilecektir" dedi.(2)

Kâinatın Efendisini dünyaya getiren bahtiyar annenin henüz dünyaya gelmeden görüp gördükleri çok manalıydı..

     Peygamber Efendimize hamileyken rüyasında, "Sen, insanların en hayırlısına ve bu ümmetin efendisine hamile oldun. Onu dünyaya getirdiğin zaman 'Her hasetçinin şerrinden koruması için bir ve tek olana sığınırım' de, sonra ona Ahmed yahut Muhammed ismini ver."

Yine kendisinden çıkan bir nurun aydınlığında bütün doğuyu ve batiyi, Şam ve Busra saray ve çarşılarını, hattâ Busra'daki develerin uzanan boyunlarını gördüğünü Abdülmüttalib'e anlatmıştı.(3)

Aynı gece Hz. Âmine'nin yanında bulunan Osman ibn Âs'ın annesinin gördükleri de şöyle:

"O gece evin içi nurla doldu, yıldızların sanki üzerimize dökülecekmiş gibi sarktıklarını gördük."

Evet bu ulvî anı dile getiren Mevlid'in yazarı Süleyman Çelebi bütün bu hakikatleri şu beytiyle şiirleştirmiştir:

"Hem Muhammed gelmesi oldu yakin
Çok alâmetler belürdi gelmedin"

Rabiülevvel ayının 12. Pazartesi gecesi, yapılan hesaplamalara göre, Miladi takvime göre 20 Nisan'a denk gelen gece idi.

     Dünyayı şereflendiren iki Cihan Serverinin üzerini o günün bir âdeti olarak bir çanakla kapattılar.

    Araplara göre o zaman, gece doğan çocuğun üzerine bir çanak koymak ve gündüz olmadan ona bakmamak âdetti. Fakat bir de baktılar ki. Peygamber Efendimizin üzerine konulan çanak yarılarak ikiye ayrılmış, Efendimiz gözlerini gökyüzüne dikmiş, başparmağını emiyordu.(5)

Evet, bu işaret her türlü küfrün, zulmün, şirkin ve her türlü bâtıl inanç ve âdetlerin parçalanıp yok olması, imanın, nurun ve hidâyetin kâinatı aydınlatması için gönderilmiş bir Peygamber idi.

Aynı gece Kabe'de tapılmakta olan cansız putların çoğunun başaşağı devrildiği görüldü.

Aynı gece Kisra sarayının beşik gibi sallanıp on dört balkonunun parçalanıp yerlere düştüğü öğrenildi.

Sava'da mukaddes tanınan gölün suyunun çekilip gittiği görüldü.

Bin senedir yakılan ve söndürülmeyen mecusi ateşinin sönüverdiği müşahede edildi.

Bütün bunlar işaret ve alamettir ki, yeni dünyaya gelen zat ateşe tapmayı, puta tapmayı kaldırıp, Fars saltanatını parçalayarak Allah'ın izni olmadan kutsal tanınan şeylerin kutsallığını ortadan kaldıracaktır.(6)

İşte bu geceye Veladet-i Nebi gecesi diyor ve onun bütün kalbimizle, ruhumuzla her sene yeniden yâd edip kutluyoruz. Bütün kâinatla bu geceyi karşılayarak onun âleme teşrifine kıyam ediyoruz.
Getirdiği ebedi nura, açtığı saadet caddesine ve sünnet-i seniyyesine yeniden sımsıkı sarılmak ve Mevlid Kandilini vesile ederek ona yeniden biatimizi, bağlılığımızı tazelemek ne yüce bir şeref ve ne büyük bir saadettir.

Yüce Rabbim bizleri sevgili Resulünün şefaatine nail eylesin.

Kaynaklar:
(1)İbn-i Sa'd, Tabakat, 1:60.
(2)A.g.e, 1:162-163.
(3)Taberî Tarihi, 2:125; İbn-i Sa'd, Tabakat, 1:102.
(4)A.g.e., 1:102.
(5)İbn-i Sa'd, Tabakat, 1:102.
(6)Bediüzzaman, Mektûbat,s:161,162.

 

 
« Son Düzenleme: 29 Mart 2007, 22:28:27 Gönderen: RamazanOguz » Logged
Abdulkadir
Yönetici Yardımcısı
*****
Offline Offline

Sülale: köy imamı
Mesaj Sayısı: 1007


« Yanıtla #1 : 30 Mart 2007, 10:04:21 »

30 Mart 2007 Cuma akşamı Mevlid Kandili, yani Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)’in, ay takvimine göre doğduğu gecedir. Hz. Peygamber, kamerî aylardan Rabîu’l-evvel ayının on ikinci Pazartesi gecesi Mekke’de dünyaya gelmiştir. Mîlâdî takvime göre ise bu, 571 yılı Nisan ayının 20’sine rastlamaktadır.


    Yeryüzünde önemli gelişmelere sebep olan bu kutlu doğum, insanlık tarihinin en önemli olaylarından birisidir. Çünkü onun dünyaya geldiği dönemde, insanlar her türlü değer ölçülerini yitirmiş, yollarını şaşırmışlardı. Küfür ve haksızlık gönülleri karartmış, Allah’a giden yoldan uzaklaştırmıştı. Sosyal hayat bozulmuş, ahlak tamamen kokuşmuştu. Kadınlar esir muâmelesi görüyor, bir eşya gibi alınıp satılıyor, kız çocukları acımasızca diri diri toprağa gömülüyordu. Dünyada insanın en çok ihtiyaç duyduğu şey olan huzur, can ve mal güvenliği kalkmış gibiydi. Dünyanın bir çok köşesi kanlı boğuşmalara sahne oluyordu. Cihanın ıslâhı bir peygamberin gönderilmesine muhtaçtı. Bütün ümitler, Yahudi ve Hristiyan dinlerinin müjdelediği(1) âhir zaman peygamberine yönelmişti. Bütün dünya karanlıklar içinde, bu kurtarıcının gelmesini dört gözle bekliyordu.


İstiklâl Marşı’mızın şâiri merhûm Mehmet Akif ERSOY "Bir Gece" adlı şiirinde bu muazzam ve mübârek olayı şöyle tasvir eder:


Ondört asır evvel, yine böyle bir geceydi,


Kumdan ayın on dördü, bir öksüz çıkıverdi!


Lâkin, o ne hüsrandı ki; hissetmedi gözler,


Kaç bin senedir, halbuki, bekleşmedelerdi;


Bir kerre, zuhur ettiği çöl en sapa yerdi;


Bir kerre de mâmûre-i dünya, o zamanlar,


Buhranlar içindeydi, bugünden de beterdi.


Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;


Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!


Fevzâ bütün âfâkını sarmıştı zeminin,


Salgındı, bütün şark’ı yıkan tefrika derdi.


Derken büyümüş, kırkına gelmişti ki öksüz,


Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi!


Bir nefhada insanlığı kurtardı o mâsum,


Bir hamlede kayserleri, kisraları serdi!


Aczin ki ezilmekti bütün hakkı, verildi;


Zulmün ki, zeval aklına gelmezdi, geberdi!


Âlemlere rahmetti evet şer-i mübîni,


Şehbâlini adl isteyenin yurduna gerdi.


Dünya neye sahipse, onun vergisidir hep;


Medyun ona cemiyeti, medyun ona ferdi.


Medyundur o Mâsuma bütün bir beşeriyyet...


Ya Rab, bizi mahşerde bu ikrar ile haşret.(2)




  İşte Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.), böyle bir zamanda dünyaya gelmişti. Bu gecenin sabahı gerçekten de nurlu bir sabahtı. İnsanlık için yepyeni bir gün doğmuş, aydınlık bir devir açılmıştı. Bir fazilet güneşi ve hidâyet meş’alesi olan Sevgili Peygamberimizin gönderilişi, Yüce Allah’ın bütün insanlara en büyük nimetlerinden birisidir. Bu hususta Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmuştur: “İçlerinden, kendilerine Allah’ın âyetlerini okuyan, kendilerini temizleyen, kendilerine kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle Allah, mü’minlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki onlar önceleri apaçık bir sapıklık içindeydiler.”(3) Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle O, âlemlerin Rabbinden, “âlemlere rahmet olarak gönderildi.”(4)


Hz. Peygamber yirmi üç yıllık peygamberlik dönemi boyunca putperestliğin yerine tevhidi, zulmün yerine adâleti, düşmanlığın yerine kardeşliği, sürtüşmenin yerine dayanışmayı getirme gayreti içinde olmuştur. Toplumda barışın hâkim olmasını hedeflemiştir. Doğruluk, nezâket, güvenilirlik, adâlet, hoşgörü ve cömertlik gibi ahlâkî davranışlarıyla insanlara örnek olmuştur. Buna karşılık; kan dâvâsı, gasp, soygun, şiddet, intikam, kin beslemek, içki, kumar, hırsızlık, yetim malı yemek, yalan, gıybet, çekememezlik, koğuculuk gibi fert ve toplumun huzurunu bozan davranışlarla mücâdele etmiştir. Bütün bu faaliyetlerin sonucu olarak, vahyin ışığında, mükemmel kişiliğiyle ekonomik, sosyal, kültürel ve ahlâkî alanlarda gerçekleştirdiği faaliyetler sayesinde “cahiliyye” olarak nitelendirilen ve temel özellikleri; bilgisizlik, putperestlik, kabîle asabiyeti, zorbalık, zulüm, haksızlık, başıbozukluk, merkezî otoriteden yoksunluk, adaletsizlik, barış ve nizamdan uzak bir hayat, çocukları öldürmek, vahşiyâne hareketler, kan dâvası gibi davranışlar olan bir dönemi kapatarak, yerine barış ve huzurun hâkim olduğu yepyeni bir toplum oluşturmuştur.


       Hz. Peygamber (s.a.s.)’in vefatından sonra da Müslümanlar, onun uygulamalarını bilgi ve düşünce süzgecinden geçirerek hayatlarına uygulamışlardır. Onun zamanında nüveleri oluşan yapıdan faydalanarak kısa süre sonra orijinal bir medeniyet, yani İslâm medeniyetini kurmuşlardır. Peygamberimiz (s.a.s.)’in ilme verdiği önem, İslâm dünyasında ilmin ve ilim kurumlarının oluşmasına ve gelişmesine zemin hazırlamıştır. Sağlık ve temizliğe verdiği önem, kişilere sağlığı koruma konusunda örnek olmasının yanında, sağlık kurumlarının ve tıp bilimlerinin gelişmesine yol açmıştır.


     Sosyal yardımlaşmaya ve dayanışmaya, yetimlerin, yaşlıların, yoksulların ve özürlülerin sorunlarına eğilmesi, vakıflar ve diğer sosyal yardım kurumlarının oluşmasına etkide bulunmuştur. Adâlete verdiği önem, adlî kurumların oluşmasını etkilemiştir. Çalışmaya, üretime ve ticarete verdiği önem, İslâm dünyasında ekonomik canlılığa vesîle olmuştur. Aileye, akraba dayanışmasına ve akrabalar arasında yardımlaşmaya verdiği önem, aile kurumunun sağlam bir şekilde ayakta durmasının yanında, belki günümüzde bile büyük ölçüde olumlu etkisine şâhit olduğumuz gelir düşüklüğü sebebiyle ortaya çıkabilecek bunalımların önlenmesine vesîle olmuştur. Estetiğe ve güzelliğe verdiği değer, İslâm sanatlarının doğuşuna temel teşkil etmiştir.


         Gayr-i müslimlere dînî, hukûkî ve adlî özerklik vererek, kültürel kimliklerini korumalarına müsâde etmesi ile, çok sayıda dinî-kültürel grubun bir arada yaşayabileceğinin en güzel örneğini göstermiştir. Bu davranışı ile ayrıca hoşgörünün gelişmesine öncülük etmiştir. Bu tutumu daha sonraki yüzyıllarda müslümanlar için örnek olduğu gibi, öteki medeniyetler için de bir model teşkil etmiştir.(5)


     İnsanlığın her zaman ve mekânda Hz. Peygamber’in tebliğ ettiği ilâhî mesaja ve bu mesajın hayata geçirilmiş şekli olan onun sünnetine ihtiyacı vardır. Çünkü İslâm sadece Kur’an’dan ibaret değildir. O, Hz. Peygamber’in şahsında açıklanmış, hayata geçirilmiş ve bizzat onun öncülüğünde kurumlaşmış bir dindir. Allah Rasulü, bir taraftan Kur’an’ı tebliğ etmiş, bir taraftan onu açıklamış ve uygulamaya koymuş, diğer taraftan da Kur’an’ın değinmediği konularda tamamlayıcı rol üstlenmiştir. Bu açıdan, Hz. Peygamber’in ve dolayısıyla sünnetin dinde önemli bir yeri vardır. Onun bu konumu, Kur’an’da çeşitli açılardan dile getirilmiştir. Buna göre; bazen Peygamber’e mutlak itaat etmeyi, ona karşı çıkmamayı, onun verdiği hükümlere boyun eğmeyi emreden,(6) bazen onun Kur’an’ı açıklamakla yükümlü olduğunu bildiren(7), bazen haram ve helâl kılma yetkisine sahip olduğunu belirten(Karizmatik, bazen de müslümanların uyması gereken güzel bir örnek olduğunu gösteren(9) âyetlerin Kur’an’da yer aldığı görülür.


   Kur’an’da yer alan bu âyetler açıkça gösteriyor ki, Hz. Peygamber olmadan, Kur’an’ı anlamak, dini tam olarak uygulamak mümkün değildir. Ayrıca, Kur’an’ı açıklama ve yürürlüğe koyma yetkisini Peygamber’e tanımak ya da tanımamak, insanlara değil, yalnızca Allah’a ait bir yetkidir. Bu yetkiyi, Peygamberine bizzat Cenab-ı Hak tanımıştır. Muhtelif gerekçelerle sünneti reddedip, İslâm’ın sadece Kur’an’la anlaşılması gerektiğini savunanların iddiası dün olduğu gibi, bugün de önyargılı ve gayr-i samîmî bir anlayışın ürünü olmaktan öteye geçemez. Şurası muhakkak ki, bir müslüman için, dînî ve dünyevî ayrımı gözetmeksizin Hz. Peygamber’in örnekliği kaçınılmazdır. Onun gönderiliş gayesi, kendisine verilmiş olan risâlet görevinin insanlığa ulaştırılması ve bu amaç doğrultusunda bir toplumsal yapının kurulmasıdır. Bu amaçla söylediği sözler ve yaptığı uygulamalar, kimi zaman farz, kimi zaman haram, kimi zaman müstehab, kimi zaman da mübah diye nitelendirilen hükümlere kaynaklık etmektedir. Bu durum, Kur’an’ın buyrukları doğrultusunda, Hz. Peygamber’e itaatin ve onu örnek edinmenin bir gereğidir.(10)


   “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim”(11) buyuran Hz. Peygamber’in, gerçekten güzel ahlâkla yoğrulmuş hayat tecrübesini araştırmaya, ondan yararlanmaya, her zaman olduğu gibi bugün de çok ihtiyacımız vardır. Sevgili Peygamberimiz’i, onun güzel ahlâkını, davranış ve uygulamalarını, gelişen dünya şartlarına yön verecek, insanlığın problemlerine çözüm getirecek Kur’an-ı Kerim zenginliği ile yeniden tanımalı ve tanıtmalıyız. O’nun hayatı, muhabbet, şefkat, fazilet, ihlâs ve samimiyet dolu bir hayattır. O, insanlığa, Allah’ın en mükemmel ve son dini olan İslâmiyeti tebliğ etmiş, Yüce Allah, kullarına olan nimet ve ihsanını onunla tamamlamıştır. O, insanları bir tek Allah’a iman etrafında toplanmaya dâvet etmiş, muhabbet ve şefkatle birbirine bağlı, fazilet sahibi bir İslâm topluluğu meydana getirmiştir. Onun büyüklüğü ve başarısı; en güzel usullerle doğru yollardan insanlığı iyiliğe dâvet etmesindendir.


Bu geniş kapsamlı tanıma ve tanıtma, anlaşmazlıklar, siyâsî, felsefî ve ideolojik çalkantılar, ihtiraslar, savaş korkusu, maddî keşmekeşlik içinde çalkalanan ve bunalan insanlığa bir rahatlama ve huzur getirecektir. İnsanlık aradığı güven, huzur ve mutluluğu onda bulacaktır.


    Muazzez Peygamberimizin doğumunu anarken, yalnız mevlid okumak, ilâhiler söylemek ve kandil simidi dağıtmak yeterli değildir. Onun doğumunu anmaktan asıl maksat, evrensel olan risâletini, yüksek ahlâkını, fazîletini, adâlet ve doğruluğunu hatırlamak ve bunları hayatımızda uygulama azmini tazelemektir. Yüce Allah’ın sevgisine, hoşnutluğuna ve bağışlamasına ermenin yegâne yolu, Hz. Peygamber’in yolundan gitmektir. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “(Ey Muhammed!) De ki: Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”(12) Bu âyette de belirtildiği gibi, Allah’ı hoşnûd etmek, O’nun Peygamberine uymak ve onu örnek almakla mümkündür.


Bütün Aliçerçililerin Mevlid Kandilini tebrik eder, hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Hak’tan niyâz ederim.




1- Bkz. Saf, 6.

2- Mehmet Âkif ERSOY, Safâhat, İstanbul 1975, s. 499.

3- Âl-i İmrân, 164.

4- Bkz. Enbiyâ, 107.

5- Prof. Dr. İbrahim SARIÇAM, Hz. Peygamber’in Çağımıza Mesajları, T.D.V. Yayını, Ankara 2000, s. 143, 144.

6- Bkz. Âl-i İmrân, 2, 14; Nisâ, 4, 13, vb.

7- Bkz. İbrahim, 4; Nahl, 44.

8- Bkz. Tevbe, 29; A’raf, 157.

9- Bkz. Ahzâb, 21.

10- Yrd. Doç. Dr. Osman GÜNER, Sünnetin Anlaşılması Sorunu (Makale) Diyanet İlmî Dergi, Cilt: 35, Sayı: 4, s:59, 60, 72.

11- Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 2, S. 381.

12- Âl-i İmrân, 31.
Logged
M. Gül
Aliçerçili
*
Offline Offline

Sülale: hacımehmetel
Mesaj Sayısı: 14


« Yanıtla #2 : 30 Mart 2007, 16:40:22 »



DERNEK YÖNETİLERİMİZİN,

KÖYLÜLERİMİZİN KANDİLİNİ TEBRİK EDER,

ÜLKEMİZ VE İNSANLIK ALEMİ İÇİN  HAYIRLARA VESİLE OLMASINI

DİLERİM.


MEHMET GÜL  ALİAĞA-İZMİR.
Logged
M. Gül
Aliçerçili
*
Offline Offline

Sülale: hacımehmetel
Mesaj Sayısı: 14


« Yanıtla #3 : 30 Mart 2007, 16:52:04 »

                      ALİÇERÇİ

Köyümün hasreti dinmez bir türlü.
Bu yüzden bir yaz günüydü,düştüm yollara.
Yollar ne uzunmuş bitmez bir türlü
Önce BOZKIR sonra  ALİÇERÇİ göründü işte

Sırıstat köprüsü,önce minareyi gördü gözlerim.
Her taraf sararmış,ama yemyeşil köyüm.
Çocukluğum,gençliğim  ürperdim bir an.
Girişte DEĞİRMEN  duruyor   sanki..

Noribeğin  evi solda,tamam da.
Alt başta Kavaklı bahçe  kaybolmuş gibi.
İğde topladığım,armut yolduğum
Ağaçlar küçülmüş, yok olmuş gibi.

Okul bahçesinin tam girişinde,
Sağda ki Akasya,okurken benim baktığım,
Koskoca bahçesi top oynadığım,
Duvarları yıkılmış yol olmuş işte.

Girişte,aşağı harmanın üst köşesinde,
HIPILI  kuyusu,çatal ağaçlı,taş yalaklı.
Su çekilen demir urganı ile lastik kovası
Yıllara yenilmiş yok olmuş işte.

Cami çeşmesine baktım.yoktu kimseler,
Sular akmıyordu.hatıllar boştu.
Eski çeşme kurumazdı ne oldu?
Arıkta  kurbağalar, arılar yoktular işte.

Evimiz duruyor,biraz yorgunca.
Kara dut  kurumuş,pelit  büyümüş.
Akşam oldu hüzünlendik hepimiz.
Ne hoş geldin, ne hoş bulduk yok işte.

Mutluydum. Güney bağlarını özledim bir an.
Gidipte görmeli Ebemin Güllü bağını.
Hem toplarız,ekşi elma ile akça armudu.
Çok aradık, bulamadık,bağımızı  işte.

Olmalıydı.üst tarafta Mullanın ekşi elması
Dalında  saksağan ,serçe,kırlangıçları.
Bağın ortasında öbek, öbek gül ağaçları,
Yoktular,yoktular,yoktular işte.

Eski köyünü ararsan  elbette bulamazsın.
Eskimeyen ne var ki hasretten başka.
Koskaca köy konağı yolun solunda.
Güzel bir tatil yeri olmuş ya işte

Bilmeyen özlemez,ben özlüyorum.
Rüyalarımda köyüm var,orda dolaşıyorum.
Hayal kuruyorum,düş kuruyorum
Aliçerçi ben seni çok seviyorum..

                                               MEHMET GÜL
                                                 Eylül  2005
Logged
Karalar
Aliçerçili
*
Offline Offline

Sülale: karalar
Mesaj Sayısı: 1321



WWW
« Yanıtla #4 : 30 Mart 2007, 19:24:34 »

Butun koylulerimizin mubarek kandilini kutlar hayirlara vesile olmasini temenni ederim.
Logged
Hakan Boran
Aliçerçili
*
Offline Offline

Sülale: tunçalp
Mesaj Sayısı: 124



« Yanıtla #5 : 30 Mart 2007, 20:02:43 »

herkesin kandili kutlu olsun .hayırlara vesile olur inşallah!
Logged
Sayfa: 1
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

MySQL ile Güçlendirildi PHP ile Güçlendirildi Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006, Simple Machines XHTML 1.0 Geçerli! CSS Geçerli!