Mehmetünal
Aliçerçili
Offline
Sülale: Ewysg
Mesaj Sayısı: 5
|
|
« Yanıtla #15 : 18 Mart 2009, 14:29:34 » |
|
BİR YOLCUYA
( Bu şiir Gelibolu yamaçlarında yazıldı.)
Dur yolcu! bilmeden gelip bastığın Bu toprak, bir devrin battığı yerdir. Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın Bir vatan kalbinin attığı yerdir. Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda Gördüğün bu tümsek, Anadolu'nda İstiklal uğrunda, namus yolunda Can veren Mehmet'in yattığı yerdir. Bu tümsek, koparken büyük zelzele, Son vatan parçası geçerken ele, Mehmed'in düşmanı boğduğu sele Mübarek kanının akıttığı yerdir. Düşün ki, haşr olan kan, kemik eti Yaptığı bu tümsek, amansız çetin Bir harbin sonunda bütün milletin Hürriyet zevkini tattığı yerdir.
Necmettin Halil ONAN DEGERLİ YAZILARI VE YORUMLARI İLE KATILAN TÜM SİTE SAKİNLERİNE TEŞEKKÜR EDERİM .BÖYLE MUAZZAM BİR ZAFERİ UNUTMAMIZ MÜMKÜN DEGİL ALLAHIM HEBSİNDEN RAZI OLSUN ALLAHIM HEBSİNE RAHMET EYLESİN ALLAHIM O ACILARI BU MİLLETE TEKRAR YAŞATMASIN.SİTE SKİNLERİNDEN BİR RİCAM VAR AZİZ ŞEHİTLERİMİZ İÇİN HİÇ OLMAZSA BİRER YASİNİ ŞERİF OKUYALIM.SELAM VE DUAİLE İSTANBULDAN MEHMET ÜNAL
|
|
|
Logged
|
|
|
|
Ali İhsan Çiçek
Aliçerçili
Offline
Mesaj Sayısı: 404
|
|
« Yanıtla #16 : 20 Mart 2009, 19:18:27 » |
|
Eline yüreğine sağlık.Mehmet ünal kardeş sağol.
|
|
|
Logged
|
|
|
|
Mehmet Akif Oğuz
Aliçerçili
Offline
Sülale: Karalar
Mesaj Sayısı: 89
|
|
« Yanıtla #17 : 18 Mart 2010, 20:50:38 » |
|
Tarihe altın harflerle yazılan Çanakkale Deniz Zaferi’nin 92. yıldönümünde kahraman şehitlerimizi şükran ve rahmetle anıyor, milletimizin bu onurlu gününü kutluyorum.
Tarihe altın harflerle yazılan Çanakkale Deniz Zaferi’nin 95. yıldönümünde kahraman şehitlerimizi şükran ve rahmetle anıyor, milletimizin bu onurlu gününü kutluyorum.
|
|
|
Logged
|
|
|
|
Ramazan Oğuz
|
|
« Yanıtla #18 : 17 Mart 2011, 23:47:58 » |
|
Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi? En kesif orduların yükleniyor dördü beşi. -Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya- Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya. Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı! Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı' Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi, Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi! Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer, Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer. Yedi iklimi cihânın duruyor karşında, Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada! Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk: Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk. Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ... Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ! Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil, Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil, Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına; Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına. Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz... Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz. Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb, Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı; Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı; Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin; Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin. Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam, Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam. Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer; O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer... Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak, Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak. Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller, Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller. Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere, Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre. Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler... Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler! Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından; Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat iman? Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm? Çünkü te'sis-i İlahi o metin istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler, Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer; Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedi serhaddi; 'O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme' dedi. Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek: İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek. Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar... O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar, Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor! Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker! Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer. Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi... Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi. Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın? 'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın. Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb... Seni ancak ebediyyetler eder istiâb. 'Bu, taşındır' diyerek Kâ'be'yi diksem başına; Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına; Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle, Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle; Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan, Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan; Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına, Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına, Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem; Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem; Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana... Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana. Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini, Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i, Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran... Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran, O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın; Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın; Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât, Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât... Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber, Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber. Mehmet Akif Ersoy
18 Mart 1915 Tarihe altın harflerle yazılan Çanakkale Deniz Zaferi’nin 96. yıldönümünde kahraman şehitlerimizi şükran ve rahmetle anıyor, milletimizin bu onurlu gününü kutluyorum.
|
|
|
Logged
|
|
|
|
Ömer Gül
Aliçerçili
Offline
Sülale: Gül (haci Mehmet Sulalesi)
Mesaj Sayısı: 107
|
|
« Yanıtla #19 : 18 Mart 2011, 12:28:56 » |
|
Çarşamba, 18 Mart Resûlullah Çanakkale'deki asker evlâtlarının yardımına gitmişti Tarihler 1928 yılını göstermektedir. Osmanlının son devir âlimlerinden, ilmi ile amil Alasonyalı Cemal Öğüt Hocaefendi hacca gider. Cumhuriyet yeni kurulmuş, hızlı bir değişim yaşanıyor, Çanakkale savaşının üzerinden de on yılı aşkın bir zaman geçmiştir. Cemal Öğüt Hocaefendi Mekke'deki vazifesinin tamamladıktan sonra Medine'ye gider. Medine'de her zamankinden fazla kalır. Bu esnada Osmanlı coğrafyasının değişik bölgelerinden gelen hacılarla istişarelerde bulunur. Osmanlı devleti yıkılmıştır, Osmanlı'dan geri kalan toprakların büyük çoğunluğu ya işgal altındadır ya da sömürge durumuna düşmüştür. Cemal Öğüt Hocaefendi vaktinin çoğunluğunu Mescid–i Nebevî'de geçirir. Bu arada Efendimizin türbesindeki görevlilerle yakınlık hâsıl olur. Hiçbir dünyalık beklemeden, sadece Resûlullah'a sevgi ve muhabbetinden dolayı türbeye hizmet eden bu güzel insan da Cemal Öğüt Hocaefendiye yakınlık duyar ve güzel bir dostluk kurulmuş olur. Cemal Öğüt Hocaefendi türbedarla yaptığı sohbetlerde bir şey dikkatini çeker. Türbedar Osmanlı devletine son derece bağlıdır, hatta o kadar ki Osmanlı adı geçtiği yerde muhakkak bir hürmet ifadesi belirtisi gösteriyordu. Bu nuranî ihtiyarın Osmanlı'ya bu derece bağlı ve hürmetli olması Cemal Öğüt Hocaefendinin merakımı celbeder, bir gün sorar: "Sizde Osmanlı'ya karşı derin bir sevgi ve muhabbet görüyorum, bunun özel bir sebebi var mı?" Nurani ihtiyar derin bir düşünceye daldı, kısa süre sonra başını kaldırdı ve şöyle dedi: "Allah ve Resûl'ünün muhabbeti, Osmanlı'yı sevmemi gerektirir." Cemal Öğüt Hocaefendi bu açıklamadan pek bir şey anlamaz. Anlamadığı da zaten yüz hatlarından anlaşılmıştır. Türbedar pek fazla bilgi vermek niyetinde değildir, ancak Cemal Öğüt Hocaefendi bir şeylerin olduğunu anlar ve ısrar eder. Nur yüzlü ihtiyar anlatmaya devam eder: "Osmanlı'yı sevmem için şu anlatacağım hâdise yeter de artar bile." 1915 senesinde Medine'de başından geçen bir hâdiseyi şöyle anlatır. 1915 yılının hac mevsimi idi. Her hac mevsiminde olduğu gibi, dört bir yandan mü'minler geliyordu, bu gelenlerin içinde Hindistan ulemâsından, âlim, zahit, keşfi açık gerçek bir Allah dostu da bulunuyordu. Bu Allah dostu ile sizinle olduğu gibi yakınlık oluştu, sohbetine katıldık. O kadar güzel sohbetleri oluyordu ki, kendi ağlıyordu, dinleyenleri de ağlatıyordu. O zamanlar Osmanlı'nın çok sıkıntıda olduğu zamanlardı, ehl–i küffar, İslâm'a karşı saldırıya geçmiş, Payitahtta Çanakkale Boğazı'nda büyük savaş oluyordu. Hindistanlı âlimde bir şey dikkatimi çekmişti, sohbetlerinde ağlıyor, namazlarında ağlıyor, yolda yürürken bile gözünden yaş eksik olmuyordu. Ağlamadığı zamanlar bile devamlı hüzünlü idi. Merakım artıkça artı ve bir gün kendisine bunun sebebini sordum: "Efendi! Bu mübarek yerdesin, gözün gönlün açılacağı yerde devamlı ağlıyorsun, ağlamadığın zamanlarda yüzünde hüzün var, bunun sebebi, hikmeti nedir?" Beni yayına oturttu, gözlerindeki yaş damlaları daha da hızlanarak akmaya başladı. Sonra yaşlarını sildikten sonra bana dedi ki: "Ben uzun yılların hasreti ile çok uzaklardan buralara geldim. Ben Kâinatın Efendisi'nin kokusunu, ruhaniyetini Hindistan'dan alırdım. Şimdi buralara geldim, Efendimin kabr–i şerifi başındayım, ama Hindistan'da aldığım feyiz ve nuranîliği burada bulamadım. Bu ne hâldir diye düşünüyorum, acaba bir günah mı işledim, bir suçum mu var? Efendim benim üzerimden himmetini çekti mi? Ya da Efendim, burada değil, burada olsa onu hisseder, onun ruhaniyetinden bereketlenirdim. Bu hâl beni perişan etti… Ağlamamın sebebi budur." Türbedar bu Allah dostunu dikkatle dinledi, ancak o da bu işe ne bir yorum getirebildi, ne de bir şey diyebildi. Ancak nur yüzlü türbedarın da kafası karışmıştı. Bu Hindistanlı âlimin, yalan söyleme, abartı yapma gibi bir durumu söz konusunu değildi. Son derece samimî bir hâl içindedir. Hindistanlı âlimin söylediklerine yabancı değildi. Her hac mevsiminde değişik bölgelerden gelen Allah dostları ile karşılaşır, onları Allah Resûlü'nün ruhaniyeti ile nasıl bağlantılar kurduklarını bilirdi. Bu Hindli âlim de onlardan biri idi, türbedarın bunda zerre şüphesi yoktu. Peki, bu âlimin söyledikleri nasıl açıklanacaktı? Yaşlı türbedar gündüz dinlediklerinin etkisinde kalmıştı, gece yatağına yattığında da kafasındaki soru işaretleri gitmemişti. Sabah namazına kalkmadan önce türbedar bir rüya görür. Rüyasında Kâinatın Efendisini görür. Nur yüzlü türbedar, edebinden Efendimize bir şey soramaz. Dün yaşananlar aklına gelir, bir şey diyemez. Türbedarın düşüncelerine Kâinatın Efendisi cevap verir: "O kardeşimin hissettiği doğrudur. Ben her zamanki makamımda değilim, birkaç zamandır Çanakkale'deyim… Çok zor durumda bulunan kardeşlerimi yalnız bırakmaya gönlüm razı olmadı. Onlara yardım ediyorum…" Hindistanlı âlim, Allah dostunun vaziyeti anlaşılmıştı. Burada akla şöyle bir soru gelebilir: Efendimiz bulunduğu makam itibariyle, bir anda birden çok yerde bulunamaz mı? Elbette bulunur, başta Hızır Aleyhisselâm'ın ve Allah'ın veli kullarının bulunduğu gibi. Buradaki, hâdise birine gösterirler, ondan da herkese duyururlar mahiyetindedir. Yetiş ya Muhammed Kur-an’ın elden gidiyor! Çanakkale en zorlu günlerinden birini geçiriyor. Küffar ordusunun askerleri ilk defa karaya ayak basmıştır, ellerindeki üstün silah ve teçhizatla saldırıya geçerler. O zamanlar Osmanlı'nın müttefiki olan Almanya ordusuna mensup bazı subaylar da cephede bulunmaktadır. Şimdi bu subaylardan birine kulak verelim. Alman Subay Sanders anlatıyor: Çok dehşetli bir saldırı karşısında kalmıştık. Karaya çıkan İngiliz askerlerini gemiden top atışları ve makineli tüfekler destekliyordu. Bulunduğumuz siperlerden değil hareket etmek, en küçük bir hareket belirtisi bile onlarca mermiyi hemen o hareket noktasına çekiyordu. Mevzilerden elini kaldıranın eli, miğferini kaldıranın miğferi parçalanıyordu. Böyle bir sağanak altında çaresizlik içinde beklemekten başka bir şey yapamıyorduk. Bu şekilde ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Birden bulunduğum yerden yaklaşık on beş metre uzağımızdan korkunç bir ses geldi. Sesle birlikte bir Türk askeri siperden kalktı, düşmana doğru koşmaya başladı. Hem koşuyor hem kollarını sağa sola sallıyor, hem de sesi çıktığı kadar bağırıyordu. Yanımda bulunan tercümanıma dedim ki: –Şu koşan asker ne diyor? –Komutanım! "Yetiş ya Muhammed Kitabın elden gidiyor!" diye bağırıyor. Böyle bir manzarayı tarih görmemiştir. Asker sanki üzüm toplar gibi düşman mermilerini elleriyle topluyordu. Onu gören diğer askerler de siperlerinden hareketlendi ve o anda çok çetin bir savaş başladı. Kısa zaman sonra karaya çıkan İngiliz birliğinden geriye yerde yatan asker cesetlerinden başka bir şey görünmüyordu.
|
|
|
Logged
|
|
|
|
Ayşe Gürarslan
Aliçerçili
Offline
Sülale: Iskenderel
Mesaj Sayısı: 365
|
|
« Yanıtla #20 : 18 Mart 2011, 21:48:32 » |
|
Bu topraklarda yaşıyorsak hala, elbetteki onların sayesinde... Bize bu memleketi karşılıksız hediye eden şehitlerimize sonsuz teşekkürler... Allah inş. bizleride cennette onlara yoldaş etsin, bu emanetin de kıymetini bilmeyi nasip etsin...
|
|
|
Logged
|
|
|
|
Ali Rıza Özaslan
Aliçerçili
Offline
Sülale: Meyreli
Mesaj Sayısı: 1044
|
|
« Yanıtla #21 : 19 Mart 2011, 07:07:48 » |
|
MAKALE - MUALLİM AHMET RIFKI
Yıl 1915...
Çanakkale’de kızılca kıyametin koptuğu günler...
Aylardan Mayıs...
Lisesi Fransızca Muallimi Ahmet Rıfkı her günkü gibi mektepten içeri girer...
Selâm verir Ahmet Rıfkı, ama çocuklar selâma bile karşılık vermezler!..
Ahmet Rıfkı iyice şaşırmıştır...
Arka sıralarda oturanlardan biri ayağa kalkarak;
“Hocam, mahallemizde eli ayağı tutan abilerimiz Çanakkale’ye gönüllü gittiler, ama siz hâlâ buradasınız!.. Biz de gitmek istiyoruz, fakat yaşımız tutmuyor, söyler misiniz bize, vatanımız elden giderse sizin verdiğiniz eğitim ne işe yarar?..”
Yaşlı gözlerle sınıftan çıkar ve mektebin idaresine dilekçesini verir...
Arkadaşlarıyla, talebeleriyle vedalaşır, evine gelir...
Ahmet Rıfkı’nın hayattaki tek varlığı yaşlı annesi Ayşe Hanımdır ve şehzadebaşı semtindeki evlerinde beraber oturmaktadırlar... Durumu annesine anlatır, ondan hakkını helâl etmesini ister...
Ardından mahallenin bakkalı, gün görmüş bir zat olan Selâhattin Adil Efendiye uğrar ve şöyle der: “Selâhaddin Amca, Allahın izniyle vatanın bağrına saplanmış olan düşman hançerini çıkartmaya gidiyorum... Senden isteğim, anamı iaşesiz bırakma!.. Kısmetse dönüşte borcumu öderim!..”
Çeşitli cephelerde savaşa katılır. 19 Aralık 1915 günü şehit olur...
Annesi haberi alır, çok üzülmesine rağmen imanı bütün bir hanım olduğundan hâdiseyi tevekkülle karşılar...
Aklına, veresiye yiyecek aldığı bakkal gelir...
Yedi aydır senden veresiye alırız, borcumuzu verelim de oğlum borçlu yatmasın!” der...
Selâhaddin Efendi şöyle cevap verir;
“Ayşe Hanım, sen okuma yazma bilmezsin, okuma bilen bir yakınını getir de hesabı o çıkarsın!..”
Bunun üzerine Ayşe Hanım, komşusunun kızı Gülşah’la birlikte dükkâna gider...
Selâhaddin Adil Efendi, “Ahmet Rıfkı” bölümünü açarak veresiye defterini Gülşah’ın önüne koyar!..
Gülşah, onlara veresiye defterindeki kırmızı harflerle yazılmış satırları gösterir... şöyle yazıyordur defterde:
“BU HESAP, AHMET RIFKI’NIN KANIYLA ÖDENMİŞTİR, VESSELÂM!..”
Sami Özey Türkiye Gazetesi 18.03.2010
|
|
|
Logged
|
Kulluğun İdrakinde / Kul Olmadık Mevlaya
|
|
|
H. Kübra Oğuz
Aliçerçili
Offline
Sülale: Karalar
Mesaj Sayısı: 918
|
|
« Yanıtla #22 : 18 Mart 2012, 12:40:20 » |
|
Çanakkale'de şehit olan dedelerimizi rahmetle anıyoruz. Yattıkları yerler cennet mekan olsun. Allah'a , bizlere böyle dedelerin torunları olduğumuz için şükürler olsun.
|
|
|
Logged
|
|
|
|
Mehmet Akif Oğuz
Aliçerçili
Offline
Sülale: Karalar
Mesaj Sayısı: 89
|
|
« Yanıtla #23 : 18 Mart 2014, 09:54:09 » |
|
Çanakkale Zaferi
Şanlı tarihimizdeki kahramanlık destanlarından biri de Çanakkale Zaferidir. Bu zaferin milletimizin tarihinde ayrı bir yeri ve önemi vardır. Bu büyük olay, âdetâ bu gün meydana gelmiş gibi hafızamızda taze ve canlıdır.
Çanakkale Zaferi, Birinci Dünya Savaşında kahraman askerlerimizin, cihanı hayrete düşüren bir îman ve kahramanlık destanıdır. Bu zafer, milletimizin, iman ve azminin, metanet ve gücünün açık bir göstergesidir.
Çanakkale Zaferi; ırkları, renkleri ve dilleri değişik çeşitli milletlerden oluşan; düşman ordularının Müslüman milletimizi yok etmek amacıyla karadan, denizden ve havadan üzerimize saldıran bir iman-küfür mücadelesidir.
Şu karşımızdaki mahşer kudursa, çıldırsa, Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa, Cehennem olsa gelen bağrımızda söndürürüz, Bu yol ki hak yoludur, dönme bilmeyiz yürürüz.
diyerek bütün gücüyle düşmana karşı koyan milletimizin destanıdır.
Anafartalar Komutanı Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, Çanakkale’deki askerimizin manevi gücünü şöyle anlatıyor:
“Karşılıklı siperler arası sekiz metre, yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulamayarak kâmilen şehit düşüyor. İkinci siperdekiler onların yerine geçiyor. Fakat ne kadar gıpta edilecek itidal ve tevekkül ki, ölenleri görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiçbir tereddüt bile göstermiyor, sarsılmak yok!... Okuma bilenler ellerinde Kur'an-ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelime-i şahadet getirerek yürüyorlar. Bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren, şâyân-ı hayret bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale muharebesini kazandıran, bu yüksek ruhtur.”
Çanakkale Zaferi, vatanı , bayrağı, milleti, dini ve devleti için canını Allah yolunda feda eden, böylece Allah rızasına eren şehitlerin destanıdır.
Çanakkale Zaferi, anaların biricik evladını, şefkat ve muhabbetle bağrına basıp;
Oğul, seni yetiştirdim, hizmet eyle vatana Ak sütümü helal etmem saldırmazsan düşmana
diyerek cepheye uğurladığı; oğulun da anasının elini öperek;
Hakkını helal et şefkatli ana Canım feda olsun kutsal vatana
diyerek karşılık verdiği, cefâkâr analar ile yiğit ve kahraman Mehmetçiklerin destanıdır.
Tarihe altın harflerle yazılan Çanakkale Deniz Zaferi’nin 99. yıldönümünde kahraman şehitlerimizi şükran ve rahmetle anıyor, milletimizin bu onurlu gününü kutluyorum.
|
|
|
Logged
|
|
|
|
Mehmet Akif Oğuz
Aliçerçili
Offline
Sülale: Karalar
Mesaj Sayısı: 89
|
|
« Yanıtla #24 : 20 Mart 2015, 00:37:37 » |
|
Çanakkale Zaferi
Şanlı tarihimizdeki kahramanlık destanlarından biri de Çanakkale Zaferidir. Bu zaferin milletimizin tarihinde ayrı bir yeri ve önemi vardır. Bu büyük olay, âdetâ bu gün meydana gelmiş gibi hafızamızda taze ve canlıdır.
Çanakkale Zaferi, Birinci Dünya Savaşında kahraman askerlerimizin, cihanı hayrete düşüren bir îman ve kahramanlık destanıdır. Bu zafer, milletimizin, iman ve azminin, metanet ve gücünün açık bir göstergesidir.
Çanakkale Zaferi; ırkları, renkleri ve dilleri değişik çeşitli milletlerden oluşan; düşman ordularının Müslüman milletimizi yok etmek amacıyla karadan, denizden ve havadan üzerimize saldıran bir iman-küfür mücadelesidir.
Şu karşımızdaki mahşer kudursa, çıldırsa, Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa, Cehennem olsa gelen bağrımızda söndürürüz, Bu yol ki hak yoludur, dönme bilmeyiz yürürüz.
diyerek bütün gücüyle düşmana karşı koyan milletimizin destanıdır.
Anafartalar Komutanı Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, Çanakkale’deki askerimizin manevi gücünü şöyle anlatıyor:
“Karşılıklı siperler arası sekiz metre, yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulamayarak kâmilen şehit düşüyor. İkinci siperdekiler onların yerine geçiyor. Fakat ne kadar gıpta edilecek itidal ve tevekkül ki, ölenleri görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiçbir tereddüt bile göstermiyor, sarsılmak yok!... Okuma bilenler ellerinde Kur'an-ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelime-i şahadet getirerek yürüyorlar. Bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren, şâyân-ı hayret bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale muharebesini kazandıran, bu yüksek ruhtur.”
Çanakkale Zaferi, vatanı , bayrağı, milleti, dini ve devleti için canını Allah yolunda feda eden, böylece Allah rızasına eren şehitlerin destanıdır.
Çanakkale Zaferi, anaların biricik evladını, şefkat ve muhabbetle bağrına basıp;
Oğul, seni yetiştirdim, hizmet eyle vatana Ak sütümü helal etmem saldırmazsan düşmana
diyerek cepheye uğurladığı; oğulun da anasının elini öperek;
Hakkını helal et şefkatli ana Canım feda olsun kutsal vatana
diyerek karşılık verdiği, cefâkâr analar ile yiğit ve kahraman Mehmetçiklerin destanıdır.
|
|
|
Logged
|
|
|
|
Mehmet Akif Oğuz
Aliçerçili
Offline
Sülale: Karalar
Mesaj Sayısı: 89
|
|
« Yanıtla #25 : 18 Mart 2016, 11:17:36 » |
|
Çanakkale Zaferi
Şanlı tarihimizdeki kahramanlık destanlarından biri de Çanakkale Zaferidir. Bu zaferin milletimizin tarihinde ayrı bir yeri ve önemi vardır. Bu büyük olay, âdetâ bu gün meydana gelmiş gibi hafızamızda taze ve canlıdır.
Çanakkale Zaferi, Birinci Dünya Savaşında kahraman askerlerimizin, cihanı hayrete düşüren bir îman ve kahramanlık destanıdır. Bu zafer, milletimizin, iman ve azminin, metanet ve gücünün açık bir göstergesidir.
Çanakkale Zaferi; ırkları, renkleri ve dilleri değişik çeşitli milletlerden oluşan; düşman ordularının Müslüman milletimizi yok etmek amacıyla karadan, denizden ve havadan üzerimize saldıran bir iman-küfür mücadelesidir.
Şu karşımızdaki mahşer kudursa, çıldırsa, Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa, Cehennem olsa gelen bağrımızda söndürürüz, Bu yol ki hak yoludur, dönme bilmeyiz yürürüz.
diyerek bütün gücüyle düşmana karşı koyan milletimizin destanıdır.
Anafartalar Komutanı Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, Çanakkale’deki askerimizin manevi gücünü şöyle anlatıyor:
“Karşılıklı siperler arası sekiz metre, yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulamayarak kâmilen şehit düşüyor. İkinci siperdekiler onların yerine geçiyor. Fakat ne kadar gıpta edilecek itidal ve tevekkül ki, ölenleri görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiçbir tereddüt bile göstermiyor, sarsılmak yok!... Okuma bilenler ellerinde Kur'an-ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelime-i şahadet getirerek yürüyorlar. Bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren, şâyân-ı hayret bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale muharebesini kazandıran, bu yüksek ruhtur.”
Çanakkale Zaferi, vatanı , bayrağı, milleti, dini ve devleti için canını Allah yolunda feda eden, böylece Allah rızasına eren şehitlerin destanıdır.
Çanakkale Zaferi, anaların biricik evladını, şefkat ve muhabbetle bağrına basıp;
Oğul, seni yetiştirdim, hizmet eyle vatana Ak sütümü helal etmem saldırmazsan düşmana
diyerek cepheye uğurladığı; oğulun da anasının elini öperek;
Hakkını helal et şefkatli ana Canım feda olsun kutsal vatana
diyerek karşılık verdiği, cefâkâr analar ile yiğit ve kahraman Mehmetçiklerin destanıdır.
Tarihe altın harflerle yazılan Çanakkale Deniz Zaferi’nin 101. yıldönümünde kahraman şehitlerimizi şükran ve rahmetle anıyor, milletimizin bu onurlu gününü kutluyorum.
|
|
|
Logged
|
|
|
|
Mehmet Akif Oğuz
Aliçerçili
Offline
Sülale: Karalar
Mesaj Sayısı: 89
|
|
« Yanıtla #26 : 18 Mart 2019, 19:00:10 » |
|
18 Mart 1915 Tarihe altın harflerle yazılan Çanakkale Zaferi’nin 104.byıldönümünde kahraman şehitlerimizi şükran ve rahmetle anıyor, milletimizin bu onurlu gününü kutluyorum.
|
|
« Son Düzenleme: 18 Mart 2019, 20:29:37 Gönderen: Mehmet Akif Oğuz »
|
Logged
|
|
|
|
Mehmet Akif Oğuz
Aliçerçili
Offline
Sülale: Karalar
Mesaj Sayısı: 89
|
|
« Yanıtla #27 : 18 Mart 2020, 12:08:42 » |
|
18 Mart 1915 Tarihe altın harflerle yazılan Çanakkale Zaferi’nin 105.byıldönümünde kahraman şehitlerimizi şükran ve rahmetle anıyor, milletimizin bu onurlu gününü kutluyorum.
|
|
|
Logged
|
|
|
|
Mehmet Akif Oğuz
Aliçerçili
Offline
Sülale: Karalar
Mesaj Sayısı: 89
|
|
« Yanıtla #28 : 18 Mart 2021, 10:38:33 » |
|
18 Mart 1915 Tarihe altın harflerle yazılan Çanakkale Zaferi’nin 106.yıldönümünde Kahraman şehitlerimizi şükran ve rahmetle anıyor, milletimizin bu onurlu gününü kutluyorum.
|
|
|
Logged
|
|
|
|
Ramis
Aliçerçili
Offline
Sülale: Karalar
Mesaj Sayısı: 1075
|
|
« Yanıtla #29 : 18 Mart 2022, 10:33:29 » |
|
Bugün, ‘Bir hilal uğruna” 250 bin şehit verdiğimiz, İstiklal şairimiz merhum Mehmet Akif Ersoy’un, “Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?” dizeleriyle abideleştirdiği Çanakkale destanının 107. yıldönümü.
Şehidlerimizi dualarla anıyoruz Bizleri bağımsız bir devlette yaşatmak uğruna canlarından geçen aziz şehitlerimizi rahmet ve minnetle yâd ediyoruz. İstiklal şairimiz merhum Mehmet Akif Ersoy’un, “Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?” dizeleriyle abideleştirdiği Gelibolu Savaşı’nda İstanbul’dan Erzurum’a, Halep’ten Şam’a, İzmir’den Beyrut’a, Maraş’tan Nablus’a, Kütahya’dan Yanya’ya Osmanlı coğrafyasının dört bir yanından cepheye koşan 250 bin Mehmetçiğimiz şehit oldu. 7 düvelin acımasızca üzerimize saldırdığı Çanakkale’de imandan bir duvar ören Mehmetçik, şer imparatorluğu İngiltere’nin öncülüğünde bir araya gelen Fransa, İtalya, Kanada, Yeni Zelanda ve Avustralyalı haçlı birliklerinin ümmetin izzet-i şerefini çiğneme girişimine, “Çanakkale geçilmez” diyerek geçit vermedi. Halen dahi bu çapta bir deniz savaşına şahit olmayan dünya, Müslümanları boğmak için teknolojinin en son imkânlarıyla üzerimize çullandı.
İman gücüyle gelen zafer Şükür duaları ve hamd secdeleriyle yâd ettiğimiz zafer, sadece milletimizin değil dünya tarihinin de seyrini değiştirdi. 18 Mart 1915’te gerçekleşen Osmanlı’nın muazzam zaferi sonrası Çarlık Rusya yıkıldı, haçlı ittifakı büyük bir darbe aldı ve emperyalistlerin topraklarımızla ilgili kirli hevesleri kursaklarında kaldı. Haçlılar, büyük kayıplar vererek Çanakkale Boğazı’nın geçilemeyeceğini öğrendi. Bir varoluş mücadelesi verdiklerinin farkında olan atalarımız, düşmana boğazın serin sularına gömdü. Ve bugün açılan “1915 Çanakkale Köprüsü” ecdadın mirasına en büyük armağan olarak tarihe geçiyor....
|
|
|
Logged
|
|
|
|
|